Uzun bir alışveriş. Arkadaşlarının yanında katlanılması pek zor değildi gerçi. Yine de yorulmuştu. Aklını yine o esir almıştı. Dertlerini birine anlatması gerekiyordu. Kızlar, onun en yakınlarıydı. Neden onlara anlatmamıştı, anlamıyordu. Küçümsenmemek için mi? Belki de evet. Büyük ihtimalle alacağı cevap belliydi. Canım, yorma boşuna kendini. O seni sevmez. Büyük o, bakmaz sana. Bu sadece daha fazla kalbinin kırılması demekti. Değişiyor muydu? Evet, evrim geçirmek olarak tanımladı bunu. Aklın hâlâ derslerde, biraz insan ol Lorry. Lütfen! Kendi kendine konuşma özelliği belirmişti. Deliriyor muydu ne? Dertlerini anlatmak için, kendine en yakın gördüğü kişiye gidecekti. Kuzenine. Hog's Head'e yani. Belki de buraya son kez gidişiydi. Malum, Hogwarts açılıyordu artık. İçini hafif bir hüzün kapladı, burnunu içine çekerek cisimlendi. İçeri girdiğinde, en yakın erkek arkadaşını gördü. Steve! Aslında, arkadaş olmaları ona garip geliyordu. Neden Owen? Neden kendi yaşında biri değil? Kendine sorular sormaktan kaçamıyordu. Yine de fazla soru sormamayı seçti. Hızlı ama sessiz adımlarla Steve'in arkasına geçti. Muzurluk yapmadan duramıyordu işte. Elleriyle gözlerini kapadı Steve'in. Yüzüne tatlı bir gülümseme yayıldı. Sırdaş, Steve'e de uyabilen bir kelimeydi. Her ne kadar deli olabilse de ondan sır asla çıkmazdı. Sesini değiştirmeye çalıştı. Hafif yumuşak bir ses eşliğinde konuştu. "Ben kimim? Bu yakışıklı beni tanıyabilecek mi acaba?" Yakışıklı kelimesini vurgulamıştı. Bu sadece şakaydı. Steve'in de bunu ciddiye almayacağını biliyordu. Ama bir sorun vardı; Ya, Steve ben olduğumu anlamazsa... Yine de umrunda bile değildi, Steve'le dalga geçmek eğlenceli olabilirdi. Hep de Lorry ile dalga geçilemezdi ya!