Bir yudum daha yalnızlık.. Küçük ve salaş dairesinde, her oturuşunda boğulacak gibi olduğu üzeri yırtıklar ve yamalarla dolu soluk siyah kanepesindeydi. Doğrudan loş sokağa bakan bu kanepede berbat anlar geçirmişti. İçini her daim kemiren bunalımının had safalarda olduğu gecelerde paramparça ettiği yerler o koltuğa her baktığında Audrey'e göz kırpıyordu. Yüzüne düşen gecenin rengiyle eş siyah saçlarını kaba bir hareketle arkaya attıktan sonra, dudaklarını kemirerek önünde uzanan sıkıcı manzaraya bakmaya devam etti. Aslında baktığı bile yoktu doğru düzgün. İnce uzun parmakları elindeki şarap kadehini sıkıca kavramış, doğa harikası yeşil gözleri bomboş bakarken, ağzından istemsizce o iki kelime döküldü. ''Lanet olsun.'' Hayata hep lanet ederdi. Ölüme çalışmasının sebebi buydu belki de. Hayat ona ne sunmuştu ki ? Gerçekten lanet olası bir çukurdu onun için yaşam. O gece içtiği şarap, en hafif içkisiydi belki de. Alkolsüz damarlarından bir şey geçmez olmuştu, yıllarca yaşadığı bunalımın etkisi olarak. Fakat bu gece farklıydı. İçinde her zaman kötü hisler dolanırdı, ama bu öyle bir şey değildi. Karanlık dört duvarlar ona iyice baskı yapıyor, tek bir nefese bile izin vermiyorlardı. En sonunda dayanamayıp elindeki kadehi boş bir duvara fırlattı. Kırılan camın çıkardığı içine fenalık getiren ses, bu defa umurunda olmamıştı. Hoş, artık onlara da tepkisiz kalırdı. Her gece içer ve bir şeylere zarar verirdi. Zarar vermek, onun doğasında vardı. Ne istediğini bilmiyordu. Dışarı çıkması gerektiğini hissediyordu, fakat canının ne çekeceğini bilemez haldeydi. Boğulurcasına alkol almak mıydı istediği, yoksa önüne çıkanı katledip uğuruna hayatını verdiği ölümü mü çağırmaktı etrafa ? Kendini bilemez haldeydi daima, fakat bu sefer gerçekten farklıydı.
Kutu gibi boğucu evinden çıkmadan önce, tozdan kendini zor gördüğü kenarları çeşitli lekelerle dolu olan boy aynasına baktı. Bir vampire yaraşır, neredeyse beyaz ötesi soluk tenindeki tek renk dudağındaki kan kırmızısı rujdu. Evindeki çoğu şişede kan kırmızısı dudak izleri vardı. Özensiz olduğu için yıkamadan kullanırdı onları. Ondan başka yaşayan kimse yoktu o lanet evde, tek geceliğine gelen erkek sürüleri hariç. Simsiyah saçları her zamanki gibi dağınık olup, çıplak sırtını usulca örtüyorlardı. Sırt dekolteli siyah bluzunu giymişti yine. Altındaki siyah deri tayt ve kolundaki deri bilekliklerle vahşi bir görüntüsü vardı. Duruşu ölümü çağırır gibiydi. Bunalımlı, ama bir o kadar da kendinden emin. Ayağındaki üzeri dikenli topuklularla her attığı adım bir canı yakacak nitelikteydi. Kendini izlerken yüzünde her zamanki çarpık gülümsemesi belirdi. Sarhoş olduğu anlar dışında pek gülümsediği söylenemezdi elbet, fakat o an kafası iyiden iyiye uyuşmuştu. Kendini izlemekten de hafif bir haz duyduğunu söylemek gerekir tabii. Zevk aldığı şeyler arasında en normal olanı o belki de.
Nefret ettiği sokağa çıkmadan, evinin kapısından cisimlenmişti siyahlı cadı. Evinde her ne kadar boğulursa boğulsun, oksijenden nefret ederdi. Yaşam enerjisi veren herşeyden nefret ederdi aslında. İrlanda.. İçinde kabaran geçmişten gelme nefret duygusuyla zihninde yankılanmıştı bu isim. İrlanda'dan ve İngiltere'den ölesiye nefret ederdi. Onu sadece Ölüm Yiyen olduğu için reddeden lanet olası ailesini hatırlatıyordu bu iki yer. Oralara sade ve sadece o aile bile diyemediklerinden intikam almak üzere gelirdi. Ancak bugün, hislerini izleyerek kendini İrlanda'nın arnavut kaldırımlı sokaklarında bulmuştu. Önünde dikildiği ahşap ama temiz görünümlü barın eski kapısına bakıyordu dalgın dalgın. Üzerine gecenin karanlık örtüsü gibi düşen bu dalgınlığı atması uzun sürmemişti. Zira, yoldan geçen İrlandalı bir genç ona laf atmıştı. Etkileyici olduğunu biliyordu Audrey, fakat İrlandalılara karşı olan nefreti çoğu şeyden üstündü. Öfkeyle ona laf atan gence doğru döndü. Çabuk sinirlenen birisiydi Audrey, anında parlayabilirdi bir olay karşısında. Yumruklarını sıkıyordu karşısındaki İrlandalıya karşı. Burnundan soluyordu hızla. ''Karşımdan hemen yıkılmazsan seni paramparça ederim, anladın mı İrlandalı ?'' Son kelimeyi adeta iğrenir gibi söylemişti. Gözlerinden öfke fışkırırken, ortalığa yaydığı ölümcül korkuyu hissedebiliyordu. Karşısındaki gencin korkudan iki büklüm olup, ona sitem dolu bakışlar atarak kaybolduğunu görüyordu. Koyu kestane tonlarındaki saçları ve ela rengi gözleriyle Audrey'i etkilediği söylenebilirdi o gencin. İrlandalı olmasaydı, onu beğenebileceğini bile düşünmüştü Audrey. Fakat o nefreti yine herşeyi darmadağın etmişti.
Büyük bir gıcırtıyla barın eski kapısını açıp içeri girdiğinde, gözlerine çarpan kızıllık yüzünü güldürmüştü sonunda. Birlikte karanlığa hizmet ederek büyüdüğü çocukluk arkadaşı Catherine, girişe yakın bir masada oturmaktaydı. Yüzüne yayılan çarpık gülümsemesine engel olmayıp, tahminince çapkın bir kız olan Catherine'in cilveleştiği barmen çocuğu umursamayarak masaya doğru hızla ilerledi Audrey. Pek kibar olmayan selamlaşma şeklini göstermişti yine Catherine'in sırtına bir hışımla vurarak. Ufak, tiz bir kahkaha fırlattıktan sonra ''Selam, seni kızıl cadı !'' diye seslendi arkadaşına. Mutluluk denen şeye rastlamadığı doğruydu, fakat çocukluk arkadaşı Catherine ile birlikteyken fazlasıyla eğlendiği ve mutluluğa yaklaştığı bir gerçekti.