Sadece ufak sokak lambalarının aydınlattığı karanlık bir yolda yürüyordu. Çevrede en ufak bir kıpırtı ve yaşam belirtisi yok. Sadece karanlık, düz bir yol ve Mél... Temkinli ve yavaş adımlarla yolda yürüdü, yürüdü... Mél ne kadar yürürse yürüsün etraf hep aynı, ufukta en ufak değişiklik yok. Sanki hiç yürümemiş de yerinde sabit kalmış gibi. Ne kadar olduğunu bilmediği bir süre devam etti yürümeye. Sürekli sağa sola bakıyor, herhangi bir canlı daha doğrusu bir insan görmeyi umuyordu. Ama kimse çıkmıyordu karşısına. En sonunda sağ tarafındaki çalılıklar kıpraşmaya başladı. Mél refleks olarak asasını eline aldı ve çalılıklara döndü. 'Kim var orda?' diye seslenmeye başladı. Ama hiçbir ses çıkmıyordu. Tavşan olması seçeneği üzerinde durdu; ama yine de bundan emin olamazdı. Derin bir nefes aldı ve ağır, sessiz adımlarla çalılığa yaklaştı. O yaklaşırken sesler azalmıştı. Asasını çalılığa doğrultarak sessiz bir şekilde fısıldadı 'Evanesco!'. Bu büyüyle beraber çalılar biranda buharlaştılar ve...
Mél yerinden hoplayarak uyandı. Kaşının üstünde terler birikmişti. Sağ eliyle alnındaki terleri sildi ve derin derin nefes almaya başladı. Her geceki gibi bu gece de kabus görmüştü. Ama bu seferki daha bir gerçekçiydi. Sanki gerçekten oradaydı, o büyüyü yapmıştı ve çalıların arkasında Lorinna ile Alexandér'ı görmüştü. "Saçmalık!" Sağ ayağını yatağın dışına attı. Ardından sol ayağını da... Ellerinden destek alarak yavaşça yatağından kalktı. Siyah geceliğinin önünü ilikledikten sonra yavcaşça cama yaklaştı. Ay tüm parlaklığıyla bahçeyi aydınlatıyordu. Saat kaçtı acaba? Ayın şuanki konumunu düşünülünce 4 veya 5 olmalıydı saat. Ya da biraz daha erken. Kollarını yukarı kaldırıp esnedi. Uykusu kaçmıştı, tekrar uyuyamazdı. Azıcık da üşüyordu, ısınsa iyi olabilirdi. Bu saatte kimse uyanık olamazdı zaten, tek başına ortak salonda otururdu ne güzel. Bu düşünceyi gayet mantıklı bulup yavaşça yatağına yaklaştı. Loisané'i rahatsız etmemeye çalışarak terliklerini giydi ve parmak uçlarında yürüyerek yatakhane merdivenlerinden aşağı inmeye başladı.
Merdivenlerin başına gelince gözüne hemen kızıl bir kafa çarptı. Görür görmez kim olduğunu tanımıştı zaten. Esneye esneye kızın yanına yaklaştı. Az önceki yavaş adımlarından kalan alışkanlıkla hala ses çıkartmadan yürüyordu. Kızın yanına gelince arkasından dolanarak hemen yanındaki koltuğa attı kendisini. Kendisine dönen yüze gülümseyerek karşılık verdi. Dudaklarını bile yukarı zor kıvırmıştı. Üstünde fazlasıyla halsizlik vardı. Sağ eliyle esnemek üzere açılan ağzını kapattı. Bu sefer ağzı konuşmak için açıldı. "Sanırım seni rahatsız etmemde bir sakınca yoktur." Gülümsemesini bir süre daha sürdürdükten sonra yüzü eski haline döndü. Şömineye doğru eğilerek, soğuktan beyazlamış ellerini şömineye uzattı. O sırada gözüne Napoleon ilişti. Gri tüyleri sayesinde şuan pek de belli olmuyordu. Yani gözleri tam açık olmayan biri kedinin üstüne basıp geçebilirdi. Tanrım, ne manyakça bir düşünce! Durduk yere aklına nereden gelmişti ki bu? Kafasını iki yana sallayarak düşüncelerini dağıttı. Elini hala şömineye doğru tutarken kafasını Swee'ye çevirdi ve donuk bakışlarını izlemeye başladı. Bir problem mi var diye düşünmeden de edemedi.