Phoenix ! ~ Harry Potter Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaEski ParşömenLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Tanrıçanın Biricik Çocukları

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Silas Flippo Jerome
Karanlık Büyücü
Karanlık Büyücü
Silas Flippo Jerome


Mesaj Sayısı : 16
Kayıt tarihi : 04/08/11

Tanrıçanın Biricik Çocukları Empty
MesajKonu: Tanrıçanın Biricik Çocukları   Tanrıçanın Biricik Çocukları Icon_minitimeÇarş. Ağus. 10, 2011 10:42 pm

Kimse 'hayat'ı isteyerek seçmedi. Hayatını, anne babasını, ülkesini, dilini, dinini, tenini, zekasını, ruhunu seçemedi; bir soran da olmadı. Sorulsaydı, bu da bir başka belirleme olacaktı zaten. Özgür iradesiyle iç-dış yapısını oluşturamadı, kişiliğinin tohumunu atamadı, özünün cevherini şekillendiremedi, 'kendi'ni yaratamadı kimdi; hiç kimse. Baştan bir kaybedişti bu. Yenik başlanılan ve yenik bitirilen bir oyun. Satranç gibi; 'kale' dört yöne düz gider, 'fil' çapraz... 'Şah' mat olmamalı. Ya olsa ne olurdu? Oyunun kuralı belli; oyun içinde binbir oyun; başı sonu saptanmış olasıklıklar içinde olasılıklar. Değişen ne ki, oyun tahtasını yaratıp karelere bölen, renklendiren, taşların şeklini veren, hamlelerini saptayan, kuralını koyan 'oyunu yaratan'ım yanında. At şahlansın istediği kadar, fil hortumunu uzatsın... Şah övünsün, vezir dövünsün; kim kimden, ne neden üstün ki yenilmeye gebe bir zafersiz savaşta? Oyunu yaratan, kurallarını koyan, hamleleri de bilir elbet; bilmezden geldiği sanılsa da. Taşların 'sözde iradesi' hepsi; o da taşları yapanın oyun içinde oyunu. 'Var sen de biraz oyalan' söylemi. Biraz büyü, biraz öykü, biraz efsane ve savaşın kanlı yüzü. Yitik edebiyat, kanlı son; ölüme doğmaktır yaşamak.

Taklitti bu dünya, sanaldı ve yalandı Silas'a göre. Her şeyin aslı bir başka dünyadaydı. Gördüğü her şey yanılsamadan başka bir şey değildi ve o da tam olarak bu yüzden kazandığı üne sıkı sıkıya sarılmıyordu. Dinler de böyle demiyor muydu zaten? Bu dünya fani, gelip geçici, boş ve anlamsız; anlam 'öteki dünya'da, tanrısal olanda... Hep aynı zırvalıklardan başka bir şey değildi aslında bunlar. Derin bir nefes aldı yattığı yerden. Gözleri tavanda, sanki göremediği bir şeyi bulmaya çalışıyormuş gibi geziniyordu. Üstündeki pikeyi çekerken yattığı yerden doğruldu ve kalktı. Sabahları rutin olarak yağtığı hiçbir şeyden zevk almamasına rağmen hiç aksatmıyordu bunları; kalk, duş al, giyin, kahvaltı yap ve antrenmana git. Neyseki aralarında 'yatak yapmak' ve 'kahvaltı hazırlayıp kaldırmak' gibi zahmet verici olmasa bile üşendiren işleri yapmak için pratik büyüler vardı, yoksa yalnız yaşayan bir erkek olarak ciddi anlamda sorunlar yaşayabilirdi. Aslında tam olarak yalnız da sayılmazdı; Octavia arada sırada onda kalıyordu, ama işte bekar evi denilebilirdi evine. Octavia; antrenmanları çekilir kılan tek şeydi gözünde. Dışarıya çıkamadan önce aynaya bakıp saçlarını düzeltirken dudaklarına bir gülümseme kondu. Hayır, bugün antrenmana gitmiyordu, bugün 'özel' bir buluşması vardı; Octavia ile. Ama zavallı kızda bir tuhaflık vardı; başına her türlü talihsizlik geliyordu olmadık yerlerde ve zamanlarda. Hayır, Silas bundan rahatsız değildi, aksine bu onun hoşuna gidiyor, güldürüyordu. Buluşacakları yere yaklaşırken "Belki bir çiçek almalıyım." diye söylendi kendi kendine ve gördüğü ufak çiçekçiye giriverdi. Abartılı bir şey seçmedi ama; ufak bir demet kır çiçekleri muhteşemdi. Hem o da kır çiçeklerini sevmiyor muydu? Çiçekçiden çıkarken elindeki demeti kokladı ve yeniden gülümsedi. Olacak olanlardan habersiz bir şekilde buluşma yerine gittiğinde ve oturduğunda çiçekleri masaya koydu. Hemen bir kaç dakika sonra da Octavia'yı gördüğünde yüzünde resmen kocaman gülücükler vardı. Ona el sallarken, evet evet ona el sallarken oldu her şey. Ayağa kalkmak için sandalyesini biraz geri ittirdi ve ittirdiği sandalye ile yeri kısıtlanan garson dengesini kaybetti. Elindeki tepside bulunan milkshake olduğu gibi masanın üstündeki çiçeklere döküldü. Açıkçası oldukça kusursuz bir şeyi arkasındaki garsonun masasındaki çiçeğe dökebilmesi onu. Garsona kızmadı, hata kendisinindi, bu yüzden defalarca özür dileyen garsona sorun olmadığını söyledi. Fakat dudaklarından öperek karşıladığı sevgilisine mahçup olacaktı. "Merlin'in kirli donu aşkına! Benim bahtsız sevgilim... Neyse, sana daha sonra daha güzellerini alacağıma söz veriyorum."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Octavia d'Estaign
Sihirli Kazalar ve Felaketler Dairesi Çalışanı
Sihirli Kazalar ve Felaketler Dairesi Çalışanı
Octavia d'Estaign


Mesaj Sayısı : 13
Mücadele Tarafı : Şanssız karanlık
Evcil Hayvanı : Bir evcil hayvanım bile yok, sen olur musun?
Kayıt tarihi : 05/08/11

Bilgiler
Quidditch Mevkiî:
Rpg Puanı:
Tanrıçanın Biricik Çocukları Left_bar_bleue90/100Tanrıçanın Biricik Çocukları Empty_bar_bleue  (90/100)
Düello Gücü:
Tanrıçanın Biricik Çocukları Left_bar_bleue0/0Tanrıçanın Biricik Çocukları Empty_bar_bleue  (0/0)

Tanrıçanın Biricik Çocukları Empty
MesajKonu: Geri: Tanrıçanın Biricik Çocukları   Tanrıçanın Biricik Çocukları Icon_minitimeCuma Ağus. 12, 2011 3:06 am

Bazen, hayat size fazla gülmez, güzel bir yaşam sunmaz ve sindirilemeyen bir menü sunar inadına. Bu menüde öncelikle sindirilemeyenler ailenizin yaptıkları olur. Sonra arkadaşlarınız, değer verdiğiniz diğer insanların yaptıkları gelir. Öğretmenleriniz ya da hayatınızın diğer patronları o kadar da etkilemez normalde ama haksızlıklarının göğsünüzü şişirmeyeceği manasına gelmez bu. Bir keresinde bahçede dolaşırken bir büyücünün başlığını bulmuştum. Aslında eğer ben o sırada evden çıkmasaydım bahçede dolaşmayacaktım o anda. Her neyse, olan oldu, ben bahçedeki özgürlüğümün tadını çıkarırken, tozlu duvarlardan birine yaklaşmış ve rüzgarda uçuşan o başlığı bulmuştum. Oldukça güzel bir başlıktı. Bembeyaz ipek kumaştan, kola sayesinde sertleşmiş, hoş kokulu, yuvarlak bir kumaş parçasıydı. Ve hiç giyilmemişti. Biliyorum umurunuzda değil ama benim için bu başlık harika bir şeydi. Günün birinde önemli biri olacağını hayal ederek ona saatlerce bakmış, üzerini silkeleyerek başıma geçirmiştim. Bahçedeki ufak beşiğe oturmuş, etrafı izliyordum. Bu durumun başımı belaya sokacağını nerden bilebilirdim? Ben daha çocuktum. Yedi sekiz yaşlarında var yok, minnacık bir şeydim. O an nerden bilebilirdim arkadaşımın başımdaki şeyi kaparak koşmaya başlayacağını? Nerden bilebilirdim onu öfke ile kovalarken şapkanın sahibine çatacağımızı. O aptal ötesi çocuk, korkudan altına ederek, şapkayı benim aldığımı, söylerek, üzerime o şeyi fırlattığında ben sadece o beyaz yuvarlağın çamura doğru uçuşunu izlemiştim. Ve yüzüme inen öfke dolu bir şamarla yere düşerken, yarı baygın halde uzanan bir kız çocuğuna tekme vurulabileceği, sonra da aileye şikayet edilip artı azar işitileceği nereden aklıma gelebilirdi? İşte, hazmı imkansız ya da zor olan böyle durumda hayat size korkunç gelse de yaşıyorsun bu olayları. Eğer o anı yaşamasaydım belki bu kadar güçlü olmayacaktım. Beni akıllı yapan, üstün yapan her zaman bu gücüm oldu. Kalbimi yaralayacak her şeyin bir çizik bile açmasına izin vermiyorum artık. Kendime güvenimden ve hırslarımdan beni kimse ayıramaz. Günün birinde o aptallara temiz, beyaz şapkalarını ekmek arasında ve hardalla yedireceğim. O anı düşünmekse her zaman sırıtmama neden olur.

Şimdi, hazırlandım yapabildiğim kadarıyla. En sevdiğim rujumu süremedim, kırıldı, saçlarımı kıvrtamadım, iksir bitmişti, rimelimi çekerken kaç kere ağladım, parfümüm kalitesizmiş, kedi çişi gibi kokuyordu, kendimi temizlemek zorunda kaldım. Omuz silktim gene de, sallamıyorum. Biri bana uğursuzluk büyüsü yapmışcasına kendimi bildim bileli hayatım ters gidiyor, alıştım artık. Belki de bu büyüyü damarlarımda kan olarak taşıyorum, bilmiyorum. Neyse ki en azından erkek arkadaş açısından şans yüzüme güldü. Milkshake dökülmüş bile olsa bana o çiçekleri alması, gerçek bir şans. O benim dudaklarımı öperken, gülümsüyorum sakin bir şekilde. Sonra onun karşısına geçerek oturuyorum. Tavırlarım mağrur ve gururlu, bir safkana yaraşır şekilde. Açıkçası Silas'ın safkan olup, olmadığını pek sorgulamadım. Melez ya da Bulanık çıkarsa ne olurdu bilmiyorum. Gene şanssızlığıma bağlar es geçerdim ama buna rağmen onu severdim. Zaten bu konuya takılmak saçma geliyor bana, karanlık büyücüysem sadece içimdeki karanlık yön yüzünden, yoksa melez ya da bulanıklara özel değil düşmanlığım. Ah, acaba Silas bu yönümü bilseydi ne yapardı? Sevgilisinin rahatlıkla cinayet işleyebileceğini, bir sürü karanlık büyüyü hiç üzerinde fazla düşünmeden uyguladığını? Pek bilmek istemiyorum doğrusu. ''Onları alman gerekmiyor, sen yetersin bana.'' diyorum açık ve net, hafif de cilveyle ona gözlerimi süzerek. Ah, o kadar güzel ve seksi ki, ona bakmaya hem doyamıyorum, hem de kıyamıyorum. Hatta bazen hasretine dayanamayıp geceleri yanına gittiğim oluyor ama henüz onu kabuslarla dolu dünyama almaya hazır hissetmiyorum kendimi. Dahası, o da hazır değil buna. ''Beni ne olursa olsun sev.'' diyorum sanki sıradan bir olaydan söz ediyormuş gibi. ''Tek istediğim bu. Biliyorsun.'' Sonra yanımda getirdiğim kocaman bir çantayı masanın üstüne koyuyorum ve içinden bir kutu çıkarıyorum. Kutunun her yanı ezildi, buraya gelene kadar başına neler geldi neler. Kutuyu açıyorum ve ortaya çıkan rezil görünümlü pastaya mumları dikiyorum. ''Tadı görüntüsünden iyidir ama.'' diyorum sırıtarak. Mumları teker teker yakıyorum. Üç tane var toplam. ''Bunlar gerçek dilek mumları. Üç tane dilek tutacaksın söndürmeden önce. Doğum günün kutlu olsun aşkım.'' diyorum gözlerim parlayarak.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Silas Flippo Jerome
Karanlık Büyücü
Karanlık Büyücü
Silas Flippo Jerome


Mesaj Sayısı : 16
Kayıt tarihi : 04/08/11

Tanrıçanın Biricik Çocukları Empty
MesajKonu: Geri: Tanrıçanın Biricik Çocukları   Tanrıçanın Biricik Çocukları Icon_minitimePtsi Ağus. 15, 2011 10:59 pm

Sanki yenilere yer açmak ister gibi; sanki zihnin eskiden gelenlerle henüz yaşananları aynı zamanda taşıyamayacağını düşünür gibi. her gün bir anıyı daha unutuyoruz. Sanki karşı kıyısına geçmek istediğimiz bir nehri birbirine bağlayan taşlardan birine bastığımızda bundan bir saniye önce vücudumuzun bütün ağırlığını tek hamlede verdiğimiz o diğer taş sulara gömülüp bir daha görülmemek üzere yok oluyor gibi... İlerlemek için unutuyoruz sanki... İlerleyebilmek için... Yıllar önce kaybettiğiniz aile büyüklerinizi ya da ilk sevgilinizi bir düşünün, yüzlerinin, tüm ayrıntıları, tüm çizgileri ile gözünüzün önüne gelmesi için ne kadar zaman harcadığınızı... Ve bu zamanın aradan yıllar geçtikçe nasıl da hızla arttığını... Geride bırakılanların, artık unutulan anıların dehşetini ikizi Joakim kadar olmasa da hatırlıyordu Silas. Anne ve babasının kavgalarının kafasının içinde öyle net bir şekilde belirmesi zaman alıyordu. Başlangıçta bir kaç saniye yeterken aylar, yıllar geçtikçe bu bir dakikaya, yarım saate çıktı. Muhtemelen en sonunda kendisini hepten karanlıkta bulacak ve hiçbir şey göremeyecekti.

İlerleyebilmek için mi unutuyorduk, yürümek zorunda olduğumuz o yolu tamamlayabilmek için mi? Buna asla bir cevap bulamayacağını düşünürken sevgilisine baktı genç adam. Unutmak, eğer karşısında oturan bu güzel kadın ile yeni anılara yer açmak içinse, kesinlikle acı dolu olamazdı. Aksine, acı olacak olan tek şeydi anılarının hiçbirinde onun olmaması. Kardeşi Joakim'in aksine hiçbir zaman çapkın biri olmamıştı Silas. Belki ikizinin yaşadığı travmayı yapamadığındandı, emin olamıyordu, ama o her dain iflah olmaz bir romantikti. Yine de kardeşinin kötü biri olmadığını biliyordu. Onu özellikle bu hale getiren şey muhtemelen annesinden sonra Mysia ile yaşadıkları olmuştu ve tabii sonra ansızın ölmesi... Elbet Aoife onu toparlamıştı ve bu yüzden ona minnettar olabilirdi, ama Joakim Silas'ın gözünde her zaman eski Joakim idi. Bir ara onları ziyarete gitmeliydi aslında. Her ne kadar araları çok iyi olmasa da ikizlerdi ve konuşacak şeyleri vardı. Belki Octavia'yı da götürürdü, fena mı olurdu? "Gelecek haftasonu eğer antrenman olmazsa benimle kardeşimi ziyarete gelir misin? Eşi Aoife uzun zaman önce akşam yemeğine çağırmıştı ama hala gidemedim. Hem sizi de tanıştırmış olurum. Joakim'i bilemem ama Aoife ile çok iyi anlaşacağınızdan eminim, hayatımda gördüğüm en eğlenceli kişi." dedi gülerek, ama sonra sanki bir pot kırmış gibi telaşlandı. "Yani senden sonra en eğlenceli." Onun çiçekle ilgili sözlerine ise cevap vermedi. Gerek olmadığını biliyordu ama ona ufak jestler yapmayı çok seviyordu. "Bu çok komik, değil mi? Yani ikimizin de ikizleri olması..." Gerçekten de bu ona ilk duyduğu andan beri komik gelmişti. Kendisi gibi ikizi olan birisine aşık olabileceği aklına dahi gelmemişti hiç. Ardından onun gözlerine baktı ve gülümsemesi daha romantik bir hal aldı. Açık yeşil ve mavi karışımı gözleri parladı o anda. "Seni seviyorum. Seni sevdiğimi biliyorsun, sonsuza dek seveceğimi de..." Arkasına yaslandı sonra o çantasından bir şeyler çıkartırken. Görüntüsü kesinlikle korkunçolan pastayı grdüğünde şaşırmadı aslında. Muhtemelen yolda başına gene bir şeyler gelmişti. Ardından mumları yakışına baktı. Fakat bu defa yüzü biraz şaşkın bir ifade almıştı. Doğumgünü mü? Yüz ifadesi şaşkınlıktan çok ne yapacağını bilemez bir hale geldi en sonunda. Normalde gayet rahat açıklayabilirdi bu durumu, fakat pastanın şekline bakınca buraya gelene kadar oldukça fazla şey yaşadığı belliydi. "Şey... Tatlım... Umm... Bunu nasıl söylesem? Bugün benim doğumgünüm değil." Sonra neşeli bir sesle devam etti. "Ama bunu düşünmemn bile benim için büyük bir şey. Bu dilek mumlarını saklarız, ne dersin? Pastayı da yeriz. Gerçi dışarıdan yiyecek sokulup sokulmayacağından emin değilim ama..." Aşkla gülümsedi ona.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Tanrıçanın Biricik Çocukları
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Phoenix ! ~ Harry Potter Rpg :: ||| Büyücü Dünyası :: Diagon Yolu :: Florean Fortescue'nin Dondurma Dükkanı-
Buraya geçin: