Jacqueline, bunaltıcı yaz sabahına gözlerini açtı. Odasının perdelerinin simsiyah oluşu, güneş ışıklarının odasına girmesini tam anlamıyla engelleyemiyordu. Güneşten tam anlamıyla nefret ederdi. Yaz mevsimlerinde hiç olmadığı kadar huysuz olurdu. Annesinin geçen yaz Fransa tatilinde aldığı, yılan amblemli duvar saatine baktı. Vücudundaki tüm kan beynine hücum etti sanki, öfkeyle yatağında doğruldu ve berrak sesiyle çığlık atmaya başladı:
''Greenice, seni aptal cin! Saat tam 9'da beni uyandırıp kahvemi getirmen gerekiyordu. Cezanı çekeceksin, sana hemen buraya gel dedim.''
Jacqueline birden sustu ve öfkeyle bağırırken bile sesinin ne kadar güzel çıktığını fark etti. Keyfi yerine gelirken, kapısı hafifçe tıklatıldı.
''HEMEN İÇERİ GEL APTAL, artık mugglelar gibi evin içinde sinsi sinsi dolaşmaya mı başladın? Ah, dur ya da tahmin edeyim, buharlaşmayı mı unuttun seni ihtiyar cüce?''
Kapı yarıya kadar açıldı ve babasının yakışıklı yüzü tam karşısında belirdi. 'Tanrım, ne kadar da mükemmel!' diye düşündü. İçinden gelen gülümseme isteğini bastıramadı ve sevecen bir sesle,
''Günaydın baba. Bugün nasılsın? Seni Greenice sandım, o ihtiyar cüce verdiğim emirleri yine unutmuş. Sence de yeni bir ev cinine ihtiyacımız yok mu?''
Babası yakışıklı yüzünde kayıtsız bir gülümsemeyle Jacqueline'in odasında uzun adımlar attı ve Jacqueline'in yanına oturup eliyle yanağını okşarken,
''Tatlım, büyükannene ne kadar da benziyorsun. Onun gibi büyücü olmayanlara karşı davranman gerektiği gibi davranıyorsun. Aynı umursamazlık. Sihir yeteneğin gözlerinden okunuyor. Ama bir fark var, sen ondan çok daha güzelsin.''
Jacqueline, babasının elini yanağında hisseder hissetmez muhteşem hissetmeye başlamıştı. Onu ne kadar da seviyordu. Mükemmel bir büyücü, olağanüstü yakışıklı ve bir kızın sahip olabileceği en değerli baba. Jacqueline'in sakinleştiğini hisseden babası devam etti:
''Greenice bu sabah annenle birlikte Fransa'ya gitti. Anneni bilirsin, her mevsim başında alışverişe gider. Eminim Greenice'ı çağırdığında o buraya göndermemiştir. Hadi üzerine bir şeyler al ve yukarı, büyükannenin yatak odasına gel, sana göstermem gereken bir şey var, Liea. Çok hoşuna gidecek.''
Ardından ayağa kalktı ve uzun adımlarla odadan çıkıp kapıyı kapattı. Jacqueline'in aklı, babasının Liea diyişindeydi. Liea... Bu ismi ona o koymuştu. Ona karşı her zaman vefalı olması için, bu ismi taşımaya devam ettikçe, babasıyla arasındaki bağ hep sağlam kalacaktı. Greenice'a olan tüm sinirini unutmuştu, gülümseyerek yatağından kalktı ve baş ucundaki komodinde duran yılan sembolünün başını okşadı. Babasının ne göstereceğini düşünerek giyindi ve içindeki tüm heyecana rağmen sakince odasından çıkıp, kapıyı ardından kapattı.