Yüzyıllar önce Anadolu'da birçok beylik kuruldu.Sadece içlerinden birisi diğerlerine göre çok küçüktü. Aynı bir ormana dikilmiş fidan misali. Fakat kimse o fidanın önüne çıkacak tüm engelleri aşıp , ormanın en görkemli ağacı olacağını düşünememişti. Tarih sanki yedi yüz yıl sürecek bu ihtişamı önceden hazırlamış , zarlarını ona göre atıyordu. Zaman geçtikçe beylik büyüdü. Aniden şaha kalkan bir at gibi ortalığı korkutmaya yetmişti bu büyüme. Yıllar birbirini tekrar ederken ; küçücük beylik bir imparatorluğa dönüşmüş , üç kıtaya hakim olmuş , çağ açıp çağ kapamıştı. Artık o ; ormanın yeni fidanı dallanıp budaklanmış , sanki ormanın efendisiymişcesine tüm diğer ağaçları gölgesinde bırakmıştı. Fakat bu ihtişamı yakalarken bir yandan da yavaş yavaş yaşlanıyordu.
Osmanlı'nın her sözüne titreyerek boyun eğenler , artık yaşlanmış olan bu imparatorluğun sonunu getirmeye çalışıyorlardı. Osmanlı da her düşmanın beklediği bu sonun sinsice yaklaştığını görebiliyordu.
Dünya'daki insanlar ise bu geniş imparatorluklarda farklı kültürlerle yaşamak istemiyorlardı. Hepside kafese tıkılmış kuşlar gibi çığrınmaya başlamışlardı. İlk yangın Fransa'da başladı. Artık kafesler kırılmış , bu yangın tüm Dünya'ya yayılmış ve imparatorluklar giderek bölünmeye başlamıştı.
Zaten gitti gidecek denen o yaşlı adam bir tokat daha yiyince ; bitkin bir şekilde yatağına düşmüştü. Fakat dinlenmesine fırsat kalmadan ''Birinci Dünya Savaşı'' başladı. İlk başta tarafsız olsa da , daha sonra kendi ölüm fermanını Almanlarla imzaladı. Böylece hasta başına çok büyük bir savaşa girdi. Savaş bitiminde artık o görkemli ağaç ölüp gitmişti. Ülke tüm düşman kuvvetlerince parçalandı. Osmanlı'ya tek bırakılan yer o zamanlar değersiz görülen Ankara ve çevresiydi. Ama bu ışıl ışıl bir demirin paslı kenarı gibi görülen yer ; ileride gelmiş geçmiş en büyük özgürlük mücadelesinin başlangıcı olacaktı.
Eskiden Osmanlı'nın gölgesinde kalanlar , artık onun ölüp gittiği topraklara doğru köklerini uzatıyorlardı. Son kalan topraklarda paylaşılmış , olmasına rağmen halk genede düşmanlara karşı direniyordu. Osmanlı'nın başındakiler de kendi çıkarları doğrultusunda hareket edince ülke iyice başıboş kalmıştı. Gene de herkeste bir ümit yeşeriyordu. Asırlardır hiçkimsenin boyundurluğunda yaşamamış Türkler bunun bir gün gerçekleşeceğine inanamıyorlardı. Tek ihtiyaçları ; ümitlerini ve inançlarını birleştirecek bir insandı.
O sırada Samsun'da büyük bir hareketlilik yaşanıyordu. Osmanlı'nın teftiş için gönderdiği Mustafa Kemal , Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak orada bulunuyordu. Göreve getirlme nedeni Türklerin çıkardığı isyanları engelleyici doğrultuda bir takım önlemler almaktı. Fakat bu görevi ona verirken Padişah Vahdettin'in hesaba katmadığı üç şey vardı. Birincisi milletin artık hayattan en çok istediği şey tekrar bağımsız olarak yaşayabilmekti. İkincisi bir ışığın tüm renkleri nasıl beyazda birleşiyorsa vatanını seven herkesin böyle bir birleşmeye hazır olmasıydı. Üçüncüsü ise Mustafa Kemal'in bu olguları aynı doğrultuda birleştirebilecek mükemmel bir arzuya ve zekaya sahip olmasıydı.
Haftalar birbirini takip ederken Mustafa Kemal aradığı şeyi bulabilmişti. Artık bağımsızlık arzusu insanların kalplerinden fışkırıp tüm bedenlerine yayılmış , yapılan genelgelerde Vatan'ın dört bir yanından bu özgürlük hareketine birçok destek alınmıştı. Buna sinirlenen Osmanlı , Mustafa kemal'i önce görevden aldı. Ancak o zaten Osmanlı'yı dinlemektense halkını dinliyordu. Bu nedenle ordudan istifa etti. Her yerde aranıyor ilanı bulunmasına ve idama mahkum edilmesine rağmen gene de herkesi bir araya topladı. Kazım Karabekir Paşa da onu tutuklamak yerine Türk halkına katılarak bu döngüye girmiş oldu. Millet artık bir yere sinmeyi bırakmıl özgürlüğe çıkan o engelli yolda koşmaya başlamıştı. Sanki ölmüş bir bedenin bazı kısımları tekrar canlanıyor gibiydi. Ölüm aniden gelmişti , fakat diriliş yavaş yavaş ve kararlı bir şekilde geliyordu. Halk o beklediği liderini bulmuştu. Mustafa Kemal : pespembe rüyalardan kısa bir sürede karanlık kâbuslara sürüklenen milleti uyandırmıştı. Artık yavaş yavaş atılan adımlar daha güçlü basılıyor , bu nedenle düşmanlar eski günleri hatırlayıp korkuyorlardı. Türk Milleti ise toparlanıyordu. Artık dağınık şekilde savaşmak yerine halk birleşmiş , içindeki o ümit daha da artmıştı. Çürüyen görkemli ağacın yerine yepyeni bir fidan filizlenmişti. Tüm hazırlıklar düşmanın küçümseyerek Osmanlı'ya bıraktığı o daracık alanlarda yapılıyordu. Hazırlıklar tamamlanıp Millet bir bütün olduğunda beklenen direnişin en önemli adımı ''23 Nisan 1920'' de Ankara'da atıldı.Bu adım artık bağımsızlık isteyen Türklerin sesiydi bir nevi. Aynı yola başkoymuş bunca insana hangi güç engel olabilirdi ki ? Aniden dirilen millet kanla verdiği bu toprakları gene kanla sulayarak geri aldı. Ölen o kadar insan bir an için bile gözünü kırpmadan mücadele etti. Birer birer hak edilen galibiyetler alınmaya başladı. Ankara'da hep beraber kurulan meclis yeni bir devletin habercisiydi. Kahraman , yiğit , cesur ve aynı uğurda yolculuğa çıkan insanların kuracağı bir devletin.
Birçok engelin bulunduğu bu zorlu yolun sonundaki umut ışığı artık bir güneş misali tüm Vatanı aydınlatıyordu. Yalın ayakla , sadece hoşaf yiyerek , yer yer uykusuz geçen gecelerin ardından hiç batmayacak bir gün doğuyordu. Tüm milletin verdiği bu savaş kazanıldığını ''23 Nisanda'' duyurmuştu. Gene de eksiklikler vardı. Artık bu işin adı konmalıydı. O gün gelip çattığında artık zorlu yolda beraber yürüyen herkes ''Cumhuriyet'in İlanı' için toplanıyordu. Anadolu adeta bir gelin kadar güzel olmuş , her yerde hazırlıklar yapılmış , insanlar aynı o zorlu günlerde Meclisi kurarkenki gibi ''29 Ekimi'' kutluyordu.
Hep beraber kazılan bağımsızlık birlik olunca neler yapılabilceğini göstermişti. Eskiden ; o karanlık günlerde sessizce sonunu bekleyen insanlar , artık korkularını yenip bu bağımsızlığı sonsuza dek yaşatmak için birçok yenilik yapılıyordu. Halka bırakılan o demirin paslı kenarı artık tamamen ışıldıyordu. Bu ışıldama kimilerini kör ederken , kimilerini korkutuyor fakat bağımsızlığını kazanan halk , onların aksine yolunu bu ışıkla çiziyordu. Teknolojik üstünlüklerine çok güvenenler çok az bir süre Anadolu'da kalsalar da artık herkes biliyordu: Bu topraklar sadece ve sadece vatanını seven , Bağımsızlık uğruna her şeyi yapan , Yaptıklarına yürekten inanan ve bu asilliği damarlarında taşıyan TÜRK MİLLETİne AİTTİR!
Berke Dilekoğlu