Phoenix ! ~ Harry Potter Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaEski ParşömenLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 ~~ İstasyon

Aşağa gitmek 
+11
Joseph Màphael
Marjorie Lendhone
Sophia Widmore
Aura Kyndra Bianchett
Adelaide Mondierre
Lorraine Pelletier
Calisto Nyilas
Lucía del Nieves
Gabriel Neithan
Bartuc Christopher Faust
Archill Thomas Caliente
15 posters
YazarMesaj
Archill Thomas Caliente
░Emekli Hogwarts Müdürü ░
░Emekli Hogwarts Müdürü ░
Archill Thomas Caliente


Mesaj Sayısı : 2864
Doğum tarihi : 24/12/90
Yaş : 33
Mücadele Tarafı : Aydınlık~
Sihirsel Soy : Safkan~
Kayıt tarihi : 23/04/09

Bilgiler
Quidditch Mevkiî:
Rpg Puanı:
~~ İstasyon Left_bar_bleue100/100~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (100/100)
Düello Gücü:
~~ İstasyon Left_bar_bleue50/60~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (50/60)

~~ İstasyon Empty
MesajKonu: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimePaz Nis. 18, 2010 10:53 am

Hogwarts ekspres treninin bulunduğu yerdir . Öğrencilerimiz trene binmeden önceki RO'larını bu başlık altında yapabilir .

Not : Kompartıman açmak isteyen öğrenci üyelerimiz bu forum altında '' Kompartıman 1 '' şeklinde ayrı bir başlık açabilir veya açılmış bir başlıkta RO yapabilir .

- RO İN -
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://phoenix-ro.yetkin-forum.com
Bartuc Christopher Faust
Hufflepuff IV. Sınıf
Hufflepuff IV. Sınıf
Bartuc Christopher Faust


Mesaj Sayısı : 385
Doğum tarihi : 01/09/92
Yaş : 31
Sihirsel Soy : Pure-Faust-
Evcil Hayvanı : Aewyn-Salamander
Kayıt tarihi : 11/01/10

Bilgiler
Quidditch Mevkiî:
Rpg Puanı:
~~ İstasyon Left_bar_bleue81/100~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (81/100)
Düello Gücü:
~~ İstasyon Left_bar_bleue0/0~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (0/0)

~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimePaz Nis. 18, 2010 2:25 pm

Sessiz bir sabaha uyanmak yine memnun etmedi beni, oysa eskiden tek istediğim karanlık ve dipsiz gökyüzüne bakarken daldığım uykudan sessiz ve huzurlu bir şekilde uyanabilmekti. Sandığım geçen onca senedir olduğu gibi kapalı bir şekilde duruyor karşımda, açılmadığı için derli toplu olduğunu düşünmek istiyorum fakat içindeki büyü ıvır zıvırlarını, cübbeleri toplayan mucizevî yaratıklar yok bu acımasız dünyada. Tutma yerlerinden birine asılıp çekmeye başlıyorum, yarısı çürümüş bir tahtadan bozma kapıyı açıp dışarı çıkıyorum ve boştaki elim ister istemez cebime gidiyor, üstümdeki bu rahat yağmurluğu yalnızca bol cepleri için satın almıştım. Her zamanki gibi o bol cepler boş, Aewyn’i yine içeride unuttum, lanet olası hastalıklı şey nasıl böyle varlığını unutturacak kadar sessiz olabiliyor, Silencio’yu Aewyn’in üzerinde denemediğimden eminim. Birkaç almanca küfür mırıldanıp içeri giriyorum ve küfürlerimden alınmış gibi bakan faremi alıp cebime koyuyorum, birkaç yıl içinde ölüp gideceği için üzülmemek elde değil. Ahıra benzeyen evime son bir kez bakıp kapıyı kilitliyorum, içeri girmek isteyen birisi bu asma kilidi rahat bir şekilde kırabilir, ya da büyüleyebilir. Evimin karşısındaki mezarlığın içinden sandığımı sürüklüyorum, yeterli param olmasına rağmen yeni bir ev alamamak çok kötü, aile kurallarının canı cehenneme! Ev dediğim döküntüyle ilgili tek sevdiğim şey bu mezarlığa olan yakınlığı, ailemin kurallarından biri de mezarlıklara yakın yerleşkelerde yaşamak, sevdiğim tek kural. Hogwards’a geri dönmek eskiden biraz da olsa mutlu ederdi beni, şimdi ise yalnızca içimdeki boşluğu hangi derslerle, hangi ödevlerle kısacası o boşluğun tek sahibi hariç her şeyle nasıl dolduracağımı düşündürüyor. Yürüme mesafesindeki tren istasyonuna ağır adımlarla ilerliyorum, kafam o kadar dolu ki arkasından eski moda bir sandık sürükleyen gence acayip acayip bakan onca Muggle’ı umursayamıyorum bile, oysa onlar gözlerini kaçırana kadar dik dik bakmak en büyük eğlencelerimden biriydi eskiden. Tren istasyonuna ulaşıp peron 9 3⁄4’e giriyorum, kardeşim Walerion’u görmek beni biraz olsun mutlu ediyor, hayatın insana yaptığı bu gibi küçük incelikler gerçekten fark edilmeye değer şeyler. Bir kolum kardeşimin omzunda etrafa bakınıyorum, Gabriel çoğu zaman olduğu gibi etrafındaki kızların tüm ilgisini çekmeyi başarmış, fakat yüzündeki ifade bu ilgiden biraz sıkıldığını ifade eder gibiydi, kim bilir belki de doğru kişi yoktu bu kızların içinde. Kardeşimi de beraberimde sürükleyerek Gabriel’a doğru ilerliyorum, boştaki elimi Aewyn’in sıcak derisinden çekip etrafını çeviren topluluğun arasında nereye bakacağını şaşırmış arkadaşımın dikkatini çekmek için kullanıyorum. Kısa fakat sıcak bir selamlaşmanın ardından –neredeyse tüm yazımızı beraber geçirdik– trene doğru ilerliyoruz hep birlikte.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimePaz Nis. 18, 2010 3:46 pm

Zevksiz , tatsız bir sabah ne mükemmel öyle değilmi..Kafasındaki düşünce yoğunluğundan yatakta rahat uyuyamamış buda yatağın dağınıklığından belli oluyordu.Rahat , uykucu bir vaziyet yatarken aşşağıdan 'şangır' sesi o düzenini bozmuştu Skeetin.Annesinin tabak kırması artık olağan bir olay haline gelmişti.Skeet bugün Hogwartsa gideceğinin farkına yeni yeni varıyordu.Annesinin hadi artık Skeet sesi gelmişti..Hemen yola koyuldular.Hogsmade tren istasyonuna varmış bulunuyorlar.Peron 3/4 yazısına dikildi gözü.Hüzünlü sahnelerden nefret eder o.Annesine bir bakış attıktan sonra hızla duvara doğru yürüdü ve artık tren kapısının önündeydi.İyiliksever öğrenciler kendilerini göstermeye başlamışlar ne kadarda tatlı , sevecen , sinirbozucu kızlar öyle.Sinirli hali dikkat çeken Skeet treni beklemeye koyuldu..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Gabriel Neithan
Gryffindor V. Sınıf
Gryffindor V. Sınıf
Gabriel Neithan


Mesaj Sayısı : 595
Doğum tarihi : 18/11/93
Yaş : 30
Mücadele Tarafı : Aydın Olanlar
Sihirsel Soy : Pure
Kayıt tarihi : 01/01/10

Bilgiler
Quidditch Mevkiî:
Rpg Puanı:
~~ İstasyon Left_bar_bleue97/100~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (97/100)
Düello Gücü:
~~ İstasyon Left_bar_bleue30/60~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (30/60)

~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimePaz Nis. 18, 2010 3:48 pm

Sabah güneşi ince tülleri yarıp odaya süzülmeye başlamıştı ve ben bir damla uyku yüzü görmemiştim. Altı senenin hiçbir sabahında böyle farklı hissetmemiştim. Heyecan mıydı bu? İlk senemde bile heyecanlanmamış olan ben, artık alışmış olmam gereken bir yere gidecek olduğum için heyecanlanıp uyuyamıyordum, öyle mi? “ Gözlerini kapat ve ona kadar say, Gabriel. Yarım saatlik bir uykuya bile razıyım. ” kendi kendime söylenmelerimin ardı arkası gelmeyecek gibiydi. Peki, yarım saatlik bir uyku gerçekten yetecek miydi? Hâlâ üç saatimin olduğunu gösteriyordu duvardaki saat. Uyumalıydım. Bu sene her şey farklı olacaktı, bugünden başlayarak ve ben buna dinç bir vücutla girmeliydim. Bavullar – sadece üç tane – daha geçen aydan hazırlanmış, kapının hemen yanında Léon ve Dino’ nun kafeslerinin önünde duruyorlardı. Yattığım andan beri uyuyamadığım yatakta doğruldum. Güneş inatla gözlerime giriyordu. Tüllerin biraz daha kalınlaştırılmasının ya da en azından şuraya bir perdenin takılmasının vakti gelmişti. Yorgun adımlarım kafeslere yönlendirmekte zorlansam da birkaç dakika içinde her iki kedi de peşimden büyükbabamın odasının yolunu tutmuşlardı.

Basamakları çifter çifter çıkarken küçük patilerinin çıkardığı seslerle mutlu oluyordum. Yüzümde yataktan yeni kalkmış ve saçma sapan sırıtan bir ifadeyle odaya girdim. Bütün oda güneş ışığını emdikten sonra geriye püskürtüyormuş gibi aydınlıktı. Büyükbabam bu saatte uyuyor muydu? Tabii ki de, hayır. Yaşarken bile beni zorla uykumun en tatlı anında uyandıran adam öldükten sonra, bu saatte asla uyanmazdı. “ Hoş geldin Gabriel! ” diye bağırdı tok sesiyle portresinin içinden, daha birkaç adım attığım anda. “ Merhaba, büyükbaba, ” diye gülümsedim portreye yaklaşırken. Hatırladığım gibiydi. Bembeyaz saçları vardı. Gözlük takmaya gerek bile duymuyordu. Kafasını eğdi selam vermek için. ‘ Bugün ne konuşmak istersin? ’ bakışıyla ‘ Ne oldu, Gabriel? Sorun nedir? ’ bakışı arasında geçiş yapıyordu gözleri. “ Büyükbaba, bildiğin gibi okul başlıyor ve benim de gitmem gerekiyor, ” derken hararetli bir tartışmanın içindeymişim gibi sallıyordum kollarımı. “ Evet, Gabriel, biliyorum, ” dedi sakin bir ses tonuyla. Aslında gitmek istemiyordum, onu yalnız bırakmak, ya da yalnız kalmak. “ Evet, okul yarın başlıyor, bugün ise Hogwarts Ekspres’ ine binmem gerekiyor. Yani, bu son görüşmemiz, Kış Tatili’ nden önce, ” dedim fazla konuştuğumu düşünerek, kısa cümleler kurmaya çalışarak. “ Tabii ki gidebilirsin, Gabriel ama Kış Tatili’ nde seni burada görmek istiyorum. Uçuş antrenmanlarını yapmalısın. ” saygıyla eğilerek selam verdim büyükbabama.

Tavan arasındaki odayı kilitleyip aşağı, odama indim seri adımlarla. Kedilerim ise bir o yana, bir bu yana koşuşturup duruyorlardı. “ Siz hiç yorulmaz mısınız?! ” söylenerek kapıyı kapatıp yatağın karşısındaki televizyonun düğmesine bastım. Haberler, haberler, saçma bir yarışma programı – bu saatte, bir tane daha saçma bir yarışma programı, evet, aradığımı bulmuştum, çizgi film. Ama bu da beni memnun etmemişti. Yeni çizgi filmlerin çok daha güzel olması beklenirken, hepsi gayet kötüydü. Bazıları için hayatın anlamı olan kumandanın kırmızı tuşa basıp sessiz hâline geri çevirdim televizyonu. Birkaç sessiz dakika sonra kapı çaldı ve içeri Burke girdi. “ Araba hazır Bay Neithan, ” dedi cırtlak sesiyle. Elimdeki anahtarları eline tutuşturduktan sonra bavullarımı aldım. “ Kedileri kafeslerine koyup aşağı getir, Burke. ” merdivenlerden çıkarken Burke’ ün kediler hakkında bir şeyler mırıldandığını duydum. Bavulları ve kedileri arabanın bagajına yerleştirdikten sonra, son bir kez baktım malikâneme.

Amerika’ da altı sene boyunca trafikte sağdan gitmeye alıştıktan sonra soldan gitmek garip geliyordu bana, ama burada da arabaya binmiştim ve sorun yaratmıyordu bu benim için. İlk işimiz Londra’ ya gitmek olacaktı. Bir saatlik bir yolumuz vardı. Daha sonra ise yarım saat kadar şehrin içinde yol alaca istasyona varacaktık. Tabii bu plan yolun boş olması hâlinde gerçekleşecekti. Arabanın içi oldukça sessizdi. Rahatsız edici bir şekilde sessiz… Şoföre herhangi bir radyo kanalını açmasını söyledim. Yoksa yolun sonunda sağır olacaktım sessizlikten dolayı. Önceleri ağaçlar kayıp gidiyordu yan taraftan. Sonraları ağaçların arasında bir görünüp bir kaybolan tek tük, küçük yapılar ortaya çıktı. Daha sonra tek tük yapılar çoğaldılar, büyüdüler ve ağaçları yutmaya başladılar. Hatta artık kayıp gitmiyorlardı. Trafiğe girmiştik.

O yarım saatlik, şehrin içinde geçecek yol bir saate kadar varmıştı. Bavulları ve kafesleri büyük bir el arabasına yükleyen şoför oflaya puflaya arabaya bindi ve ben daha hareket etmeden son sürat ana caddeye çıktı. “ Önemli işleri var tabii, ” diye söylenerek arabayı artık tamamen dolu istasyona soktum. Adım atacak yer yoktu. Bu kadar insan sabahın köründe mi yola çıkmak zorundaydı? Tabii bu topluluğun yarısından fazlasını büyücüler oluşturuyordu. Seri adımlarla dokuzuncu ve onuncu peronların arasındaki o noktaya ilerledim. Neredeyse hiç kimseyi tanımıyordum. Erken gelmiş olmalıydım ki sadece okula yeni başlayanların ve ailelerinin geldiği zamana denk gelmiştim. Yolun ortasında çocuğuna cesaret vermeye çalışan ailelerin arasından sıyrılarak kolonun önüne geldim. Sarı saçlı ve kısa bir çocuk, yanında abisi olduğunu tahmin ettiğim kişiyle hızla önümde kaybolmuştu. Kolonun tam karşısında dikiliyordum. Arabanın sapını sıkıca kavradım ve koşmaya başladım.

İç gıcıklayıcı o histen sonra derin bir nefes koyuverdim. İşte şimdi normalde olduğundan daha rahat olabilirdim. Büyük, kırmızı trenimiz ihtişamlı bir yapı olarak dikiliyordu karşımda. Ortalıkta kimseler görünmüyordu, tanıdık olarak sınıflandırılan. Evet, birkaç metre daha yürüdükten sonra bu teorim kesinlik kazandı. Sadece birinci sınıflarla doluydu istasyon. Bu kadar küçük çocuğun ve aşırı sevgi gösteren ailelerinin arasında olmak garip geliyordu. Kalabalıktan uzaktaki bir banka bıraktım kendimi. El arabasınıysa yanıma çektim. Léon’ dan acıktığı anlamına gelen mırıltılar yükselmeye başlamıştı. Daha evden çıkmadan önce yemeğini yemesine rağmen nasıl acıkıyordu bu hayvan?! Hem onu doyuramayacak kadar meşguldüm. İstasyona daha büyük sınıflar akın ediyordu ve benim oturduğum bank bir merkez hâlini almaya başlamıştı, daha çok dişiler için. Ve sorular da ardı ardına yağmaya başlamıştı bile. Her konuda soru soruyorlardı. Maskeli Balo, Quidditch, dersler, hatta olmayan aşk hayatımla ilgili, gereksiz sorular… Neyse ki kalabalığın arasından Bartuc’ un havadaki eli kurtardı, tek bir soruya bile cevap vermeme fırsat bırakmadan.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucía del Nieves
Hufflepuff V. Sınıf
Hufflepuff V. Sınıf
Lucía del Nieves


Mesaj Sayısı : 113
Doğum tarihi : 03/06/97
Yaş : 26
Mücadele Tarafı : Tarafsız.
Sihirsel Soy : Safkan, ancak kendisinin bundan haberi yok.
Kayıt tarihi : 29/11/09

Bilgiler
Quidditch Mevkiî:
Rpg Puanı:
~~ İstasyon Left_bar_bleue100/100~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (100/100)
Düello Gücü:
~~ İstasyon Left_bar_bleue0/0~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (0/0)

~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimePaz Nis. 18, 2010 6:28 pm

Güzel bir sabaha uyanıp, bir süre yatağınızda tembel tembel uzanıp dışarıdan kulaklarınıza süzülerek gelen kuş cıvıltılarını dinlemekten keyiflisinin olmadığını düşünüyordum. Ve hamarat ellerde şekil bulan hamurun en son hâli olan pudra şekerli çöreğe dönüşürken etrafa yaydığı o çekici ve hapsedici kokuyu ta üst kattan duyumsamaktan güzeli de yoktu bana göre. Yavaşça yataktan doğruldum, mükemmelliyetçi güdülerim hemen harekete geçerek şifonyerin üzerinde duran kalabalık kitap yığınını düzelttirdi bana. En son, Baudoin'in İtalya'ya yaptığı bir geziden getirdiği gotik mimari ile ilgili bir kitabı okumuştum. Öte yandan Boze Pravde'nin edebi yönden incelenmesiyle ile ilgili kitaplar okumamdan hoşlanan Lucija, bana hep kendi ülkesinin kültürünü anlatan şeyler okumamı tavsiye ederdi. Bir Fransız olmama rağmen, Baudoin ve Lucija tarafından bambaşka kültürlerle tanıştırıldığım için, kendi tabirimle tek bir ülkeye bağlı olmaktan çıkıp, Avrupalı olmuştum. Bunun Avrupa kıtasında yaşamamla ya da ülkemin birliğe bağlı olmasıyla uzaktan yakından alakası yoktu, sadece kıtadaki tüm ülkelerle ilgili hatırı sayılır ölçüde bilgiye sahiptim, buydu beni böyle düşünmeye iten. Aslına bakacak olursanız, Hırvatistan'dan Sırbistan'a göç eden Lucija'nın ailesinin hikayesini trajikomik bulurdum, Sırpça'yı tam olarak öğrenemeyen aile, sokak ortasında Hırvatça konuştukları için, Sırpça'dan başka bir dili konuşmayı yasaklayan hükümet tarafından cezaya çarptırılmıştı. Tüm bu kargaşanın ortasında doğan Lucija ise, ailede üç kuşak öncesinden bu yana doğan ilk büyücü kanına sahip bebekti. Amcaları tarafından önce İsviçre'ye, daha sonra da Fransa'ya götürülen Lucija, Beauxbatons'tan gelen çağrıyla okula yazılmış ve burada büyü eğitimi alarak kendini geliştirmiş. Daha sonra da Baudoin ile tanışarak büyü üzerinde çalışmalar yapmak üzere şu anda oturduğum eve yerleşmiş. Bu arada Baudoin'in benim uzaktan bir akrabam olduğunu da belirteyim. Babam, annemin evi terk etmesiyle benim ona yük olacağımı düşünerek beni Baudoin'e bırakmış. Çoğu konuda yeterli bilgiye sahip olmasına rağmen çocuk yetiştirme konusunda cahil olan Baudoin, Lucija'nın yardımıyla zaman zaman benim küçük bir çocuk olduğumu unutarak, sözün tam anlamıyla bir hanımefendi gibi yetiştirmiş beni. Fakat yine de, bana babamdan miras kalan hırçınlığı yok edememiş. Benim alaycılık huyum zaman zaman onu çileden çıkartsa bile, bana kendi çocuğuymuşum gibi şefkat ve ilgi göstermiş. O ve Lucija olmasa, nereye kadar dayanırdım bilinmez...

Altın sarısı saçlarımı, fildişinden bir tarakla düzeltip taradıktan sonra, mor renkli bir elbise giydim. İki gün öncesinden hazırladığım sandığımı da alarak, yavaş adımlarla odamdan çıktım. Gün ışığı, pencerelerden süzülürken, titrekliği bana saatin henüz erken olduğunu söylüyordu. Yavaş adımlarla ahşap merdivenlerden indim, gül ağacından yapılmış trabzandan destek alarak. Lucija, mutfakta bekliyordu beni, Baudoin ise Hogwarts'tan bir arkadaşını ziyaret etmek için Dublin'e gitmişti dün akşam. Sandığımı hole bırakıp mutfağa gittim, gösterişli bir kahvaltı beni bekliyordu. Lucija ile bir yandan Hogwarts'taki derslerden muhabbet ettik, bir yandan da karnımızı doyurduk. Son çörekler yenir, son kahveler de içilirken, gitme vaktinin geldiğini anlamıştım. Üzgün bir tebessümle sordum: "Lucija, cisimlenerek gideceğiz, değil mi?" Başını 'evet' anlamında iki yana salladı. "Hadi Alcy, geç olmadan yetişelim. Baudoin, derslerinde başarılı olmanı istiyor senden ve ben de öyle. Gitmeden önce bunları söyledi sana." Sessiz sessiz mırıldandım: "Pekâlâ..."
Lucija'nın koluna girerken, sandığımı da tutuyordum büyük bir dikkatle. Daha önce pek çok kez cisimlendiğimden, cisimlenirken ortaya çıkan sıkışma hissine hazırladım kendimi ve derin bir nefes aldım. Nefessiz geçen birkaç saniye... Boğuluyormuşçasına... Gözlerimi yeniden açmayı başarabildiğimde, Londra'nın gayet kasvetli bir arka sokağında olduğumuzu gördüm. Muhtemelen Mugglelara yakalanmamak için buraya cisimlenmiştik. Bir süre yürüdük Lucija ile beraber, King's Cross'a vardığımızda, ikimiz de sessizleştik. Beni Peron 9 3/4'e geçirecek olan bölmenin önüne geldiğimizde de devam ediyordu bu sessizlik. Kimseye fark ettirmeden bölmeden geçtik ve yine sükûnetimizi ve sükûtumuzu koruyarak, treni beklemeye başladık.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Calisto Nyilas

Calisto Nyilas


Mesaj Sayısı : 674
Kayıt tarihi : 20/01/10

~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimePaz Nis. 18, 2010 6:41 pm

Trenin telaşlı sesi duyuluyor uzaktan. Adımlarını hızlandırarak muggleların garip bakışları arasında ilerliyor. Kollarına ağırlık yapan valizlerden kurtulmak için daha da hızlanıyor. Kafasını yere eğerek ilerliyor. Biliyor kendine sorulacak tüm soruları. Arkadaşları onu merak edecek, tatil boyu neler yaptığını soracak ve o tüm bu soruları cevaplayamayacak. Bir ölüm yiyeni avlamaya çıktım diye bir cevap veremez sonuçta kimseye. Hafifçe başını sallayarak Peron 9 3/4 'e giriyor. Perona adımını attığında bir sürü tanıdık yüz karşılıyor onu. Kimisi gülüyor kimisi yanına doğru yürüyor. Kalabalığın ortasından sıyrılarak sessiz köşelerden yürüyor. Kimsenin onun görmesini istemeyerek ilerliyor. Gryffindorlu birkaç cadının ölümcül bakışlarına maruz kalsa da hafifçe gülümsüyor onlara karşı. Daha sonra Nyl'i görüyor birkaç adım ötesinde. Kollarını açarak koşuyor arkadaşına. Öyle bir sarılıyolar ki hiç bırakmak istemezcesine birbirlerini.
'' Ah, Nyl seni o kadar özledim ki. Bütün yaz seni düşündüm durdum.''
Gözlerinden ufak bir damla yaş düşmek üzereyken yakalıyarak durduyor onu. Sıkı sarılmaları bittikten sonra Nyl 'in gözleri dikili kalıyor kendisinde. Arkadaşının bu bakışlarından pek de hoşlanmayarak tahmin ediyor gelecek soruyu.
''Doll,nerelerdesin? Tatil boyunca bir kere bile haber alamadım senden.''
Hüzünlü bir gülümsemeyle aydınlanıyor Dulcie'nin yüzü. Dudakları aşağı doğru bükülüyor.
'' Hepsini anlatacağım fakat burada olmaz, özel bir mesele.''
Başını tekrar yukarı kaldırıyor ve Nyl'in bakışlarının sakinleştiği görerek seviniyor. Fakat tam da o sırada karşılaştığı kahverengi gözlerle burkuluyor içi. Cevap bekleyen bir kişi daha, diğerlerinden daha önemli bir kişi. Mavi gözlerini kaçırıyor uzaklara doğru. İnsanları seyrediyor. İstasyonda gezinen tüm o insanlar o kadar masum ve o kadar saflar ki ona göre. Dışarıda dolaşan tehlikelerden habersiz, mutlu mutlu yaşıyorlar. Çevrelerinde pusu kurmuş tüm kara büyülerden uzak. Gözleri buğulanıyor hafifçe. Başını sallayarak kafasını dönderiyor etrafındaki neşeli havaya.
'' Doll, sanki sende bir farklılık var. Sanki yaşlanmış ya da olgunlaşmış gibi görünüyorsun. Tatilde ne yaptığını gerçekten merak ediyorum. Seni bu kadar yıpratan ne olmuş olabilir?''
Kızarmış gözlerini arasından bakınıyor arkadaşına. Halinin bitmiş olduğunu biliyor tabii ki. Göz altları şişmiş ve kızarmış, yüz hatları belirginleşmiş, Gözlerinde ve mimiklerinde hiç silinmeyen bir hüzün dalgası yer edinmişti.
Kalbi de öyleydi. Tıpkı görünüşü gibi yaralı ve kırık. Tatil bitmeden önce Bartuc'a söylediği sözler dünmüş gibi yankılanıyordu kulaklarında. Her gün hergün daha da artıyordu acısının şiddeti. Tam Nyl'e cevap vereceği sırada kolundaki baskıyı farkediyor. Hızla sürükleniyor durdukları yerin yan tarafına doğru. Şaşkınlıkla etrafına bakınırken görüyor Bartuc'u. Sözleri sıkışıp kalıyor dudaklarında, bir yumru takılıp kalıyor boğazında.
'' Bartuc, ben-'' diyeceği sırada sertçe bastırıyor Bartuc dudaklarını Dulcie'ninkilere. Bu yumuşak ve sıcak temasa özlemi de eklenince alıkoyamıyor kendini karşılık vermekten. Özlemle ve tutkuyla öpüyor genç adamı. Kollarını sıkıca sarıyor onun beline. Sonunda ayrıldıklarında birbirlerinden bakamıyor onun genç yüzüne. Utanıyor,korkuyor onu görmeye. Karşısında kanadı yaralı bir kuş gibi çırpınan büyücünün kırık kalbine dokunmaktan korkuyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lorraine Pelletier
Ravenclaw V. Sınıf
Ravenclaw V. Sınıf
Lorraine Pelletier


Mesaj Sayısı : 106
Mücadele Tarafı : Tarafsız.
Sihirsel Soy : Safkan.
Evcil Hayvanı : Hayvanlardan haz etmiyor.
Kayıt tarihi : 12/04/10

Bilgiler
Quidditch Mevkiî:
Rpg Puanı:
~~ İstasyon Left_bar_bleue100/100~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (100/100)
Düello Gücü:
~~ İstasyon Left_bar_bleue30/60~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (30/60)

~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimeSalı Nis. 20, 2010 1:59 pm

Aleaire'ın güneş ve ay altında geçirip nefes aldığı yıllar boyunca bir kez bile üzgün çıkmamış olan sesi, yıllar önce pek çok hâyâlimi böldüğü gibi uykumu da bölmüştü. Yatağımın karşısındaki saate diktim gözlerimi, hemen sağdaki pencereden süzülen gün ışınları saatin parlak yüzeyine düşüyor, saatin kaç olduğunu görebilmek için gözlerimi kısmak zorunda bırakıyorlardı beni. Beauxbatons Sihir Akademisi - ki pek sevgili (!) kardeşimin gittiği okul olur - ile tatil sebebiyle kapatılan Hogwarts, bizleri kaba bir tabirle evlerimize postaladığında, İngiliz olan ama babamla evlendiği için Fransa'da yaşayan annem Laurette'ın annesinin yanına, İngiltere'ye gelmiştik, yani kısacası büyükannemin yanındaydık. Ailenin geri kalanı gibi hâlâ içinde bana karşı bir ön yargı beslerdi, ne demeli, kofti olduğumdan şüphelenir gibiydi. Ah, geçmişi deşmek ve yeniden anımsamak bana acı veriyordu... Annemle babamın gözlerinin içine yalvarırcasına bakıp, bana neden düşman gibi davrandıklarını merak ederdim küçüklüğümde. Hoş, bir kofti olmadığım anlaşıldıktan sonra da pek değiştiği söylenemezdi bu tutumlarının. Bir tek dedem severdi beni ailede, bir tek o. Aslında yıllarını Finlandiya ve Rusya'da geçirmiş biri olduğundan çok iyi Fince ve Rusça konuşabilen biriydi o, bana da öğretmeye çalışmıştı o dilleri. Annem ve kız kardeşimle beraber İngiltere'ye gitmeden önce bana gülümseyerek mırıldanışı hâlâ aklımda: "Näkemiin."
İşte, koskoca tatil nihayet sona ermiş, bitmişti ve okul yeniden açılıyordu. Tembel bir esnemeyle gerilirken yüzüm, yavaşça kalktım yatağımdan. Aleaire, aşağıda anneme bir şeyler anlatıyordu, torununun bilmediği bir dil olan Fransızca'yı konuşması ise anneannemi rahatsız ediyordu anlaşılan, çünkü o ısrarla anneme İngilizce bir şeyler anlatıyordu. Birkaç gün önceden hazırladığım bavulumu da alarak aheste hareketlerle odamdan çıktım. Anneannem, kız kardeşim ve annemle beraber kahvaltımı yaptıktan sonra, Londra'da geçen bir sabahın Rouen'dekinden farklı olmadığını düşündüm. İkisinde de okulun başlamasıyla gelen bir hüzün vardı ve sokaktan yükselen gürültüler. Ben bu düşüncelerle baş başayken, annem geç kalmamam gerektiğini anımsattı bana.
Yarım saat kadar sonra, King's Cross tren istasyonuna yürüyordum hızlı adımlarla. Yanımda annem Laurette vardı, kız kardeşim ise evde kalmayı tercih etmişti. İstasyon gözüktüğünde, annem ayrılmamıza benden daha istekli görünüyordu. Daha istasyona bile girmeden ona veda ettim, hiçbir şey söylemeden arkasına dönüp uzaklaştı. Bavulumu arkamda sürükleyerek istasyona ilerlerken, tek düşüncem bir an önce Hogwarts'a varabilmekti. Peron 9 3/4'e nasıl vardığımı da bilmiyorum, aklımı yitirmiş gibiydim. Etrafımı saran, vedalaşan insan güruhunun arasında şöyle bir göz gezdirdim ve bu karmaşanın hemen son bulmasını diledim tüm kalbimle.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Adelaide Mondierre

Adelaide Mondierre


Mesaj Sayısı : 432
Doğum tarihi : 03/06/96
Yaş : 27
Mücadele Tarafı : Uğraşmıyor.
Sihirsel Soy : Ela - Gökçe melezi.
Evcil Hayvanı : Adel.
Kayıt tarihi : 16/07/09

~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimeSalı Nis. 20, 2010 5:31 pm


"Jewelle, bize sık sık yaz, olur mu?"
Ablamın endişeli yüzüne baktım gülümseyerek. Ona babamdan miras kalan dalgalı kahverengi saçlarını gevşekçe toplamıştı, masmavi gözleriyse benimkilere dikilmişti. Onu bütün bir dönem boyunca çok özleyeceğimi bildiğimden, mümkün olduğunca dikkatli baktım çehresine ve her ayrıntısını ezberime kazımaya çalıştım. Belirgin, çıkık elmacık kemikleriyle uygun bir görünüm oluşturan küçük yüzünde ilk dikkat çeken ayrıntı, çarpıcı bir renkle ışıyan parlak gözleriydi. Düzgün burnunun altında yer alan dudakları, hafif aralık duruyordu. Birilerine soru sorduğunda hep bu şekli alırdı yüzü, dudaklar hafif aralık, gözler merak içinde ve kulaklar cevap bekliyor. Gülümsememi sürdürerek yanıtladım: "Yazarım tabii."
O sırada teyzem de muhabbetimize katıldı: "Voschér gidiyor oluşuna çok üzülüyor." Gülerek sarf etmişti bu cümleyi. Voschér, köpeğimdi ve ne zaman Hogwarts'a dönecek olsam büyük bir üzüntüye kapılırdı. Ve Hogwarts'tan geri döndüğümdeyse, içinde biriktirdiği enerjisini ve mutluluğunu sergilemek istercesine etrafda koşturur dururdu.
"Ah, ben de ondan ayrılacağım için üzülüyorum. Sırf ondan değil, sizlerden de." dedim oturmakta olduğum koltukta arkama yaslanırken. Teyzemin anneminkileri andıran yüz hatlarında gezindi bakışlarım, annemi anımsamak eskisi gibi hüzün vermiyordu artık bana. Babamın ölümünden sonra, aklını yitiren annem... Ablam Sorcha ve teyzemle beraber koca bir şehri, ülkeyi ve tüm anıları arkamda bırakıp İngiltere'ye gelişim hâlâ aklımdaydı. Gözyaşlarım, hem babam için dökülüyordu hem de onun ölümüyle her şeyin karman çorman bir hâle bürünmesi bana dehşet verdiği için. Ama teyzemin cana yakınlığı ve bize olan sevgisi sayesinde kısa zamanda toparlanmayı başarmıştım. Ablam da öyle.
"Jewy, sanırım ayrılma vakti geldi..." Ablamın sözleriyle beraber başımı salladım 'tamam' anlamında. Üçümüz birden ayağa kalkıp, sözsüz bir emirle sandığımın durduğu hole doğru ilerledik. Teyzemle ablam soğuktan korunabilmek için cüppelerine sarınırlerken, bense belirgin bir kayıtsızlıkla baktım portmantodaki cüppeme. Sandığımı da alarak kapıdan dışarı çıktım, Londra'nın insana huzur verici yumuşaklıkta esen rüzgârları yüzümü okşadı. Teyzem ve ablam da yanıma geldiler ve yürümeye başladık.
İstasyona geldiğimizde, teyzemin gözünde parıldayan yaşları fark edip şaşırdım. O eğlenceli ama güçlü bir kadındı gözümde ve ilk defa ağlıyordu ben gidiyorum diye. Ona sıkıca sarıldım, bir süre öyle kaldık. Ablam ise beni iki yanağımdan öpmekle yetindi ve göz kırparken mırıldandı: "Derslerine dikkat et, olur mu?" Gülerek yanıtladım: "Bunu bir Ravenclaw'a mı söylüyorsun?" O da gülmemde bana eşlik etti.
Bana saatlerce sürmüş gibi gelen bir vedanın ardından yalnız kalmayı başardığımda, sandığımı da peşim sıra sürüklerken beni peron 9 3/4'e geçirecek geçidin önüne geldim. Şöyle bir baktım etrafıma birileri var mı diye, neyse ki kimse görüş mesafesinde değildi. Bir süre durup hız aldıktan sonra körlemesine daldım geçitten içeri ve gözlerimi araladığımda, Hogwarts Ekspresi'nin hemen karşısındaydım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aura Kyndra Bianchett




Mesaj Sayısı : 222
Mücadele Tarafı : Başkalarının başarıları için mücadele etmez.
Sihirsel Soy : Safkan
Evcil Hayvanı : Lakaplardan hoşlanmaz.
Kayıt tarihi : 26/03/10

~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimeSalı Nis. 20, 2010 6:34 pm

Elimde tuttuğum kurallar ve uyarılarla dolu mektubu, öfkeyle bir top yaptıktan sonra odanın diğer tarafına doğru fırlattım. Ailem her ne kadar benim büyüdüğümü vurgulasa da, belli ki küçük kardeşimi bana emanet edemiyorlardı. Hogwarts'a gidinceye kadar hemde, çok uzun bir süre de değildi. Oysa bizim kendi evimize taşınmamıza her nasılsa izin vermişlerdi. Belki de Drew'un beni eğiteceğini falan düşünmüşlerdi. Ah, nasıl da sinirlendiriyorlardı beni! Güzel bir sabaha, sinirli bir başlangıç yapmıştım sayelerinde. Neyse ki kurtuluyordum. Güvende olduğumu düşündükleri tek yere gidiyordum işte bugün. Beni kontrol etmelerine gerek var mıydı? Derin bir iç çektikten sonra, aydınlık odamdan çıkarak kardeşimin odasına gittim onu uyandırmak için. Yatağında oturuyordu oysa. Belli ki gece uyuyamamıştı. İlk günümü hatırlamaya çalıştım. Her ne kadar tüm detaylarıyla anımsayamasamda, kompartımanlardaki kokuyu ve istasyondaki kalabalığı unutmam mümkün değildi. Tek hatırlayamadığım şey, nasıl hissettiğimdi. Birde ailemin bana neler tembihlediği.

Yol boyunca aklımdaki tek şey, yaz boyunca yaptıklarımdan sonra okula nasıl ayak uydurabileceğimdi. Kaç tane partiye gittiğimi hatırlamıyorum bile. Şu maskeli balo vardı, Rhodél'in ve Artemis'in partisi vardı, birde bir kaç muggle partisine katılmıştım. Bu hayata itilmeden önce onlarla arkadaştım, onlardan biriydim. Ve onları ne olursa olsun bir kenara itmeyecektim. Hepsi de eğlenceli insanlardı. Genç cadıların ve büyücülerin partilerinden tek farkı, ortalıkta dolaşarak içki sunan kişilerin daha uzun boylu, ve yakışıklı olmasıydı.

Trene gitmemizi sağlayan geçidin önünde durdum. Bakışlarımı etrafta gezdirdikten ve herkesin kendi derdiyle meşgul olduğundan emin olduktan sonra, kardeşime 'işlerin nasıl yürüdüğünü' anlattım. İlk ben geçerek ona gösterirdim, ancak onu geride tek başına bırakmak istemedim. Önden o gitti, arkasından ben.

Birden kendimizi bekleyen kalabalığın içinde bulduk. Bazıları tanıdık yüzlerdi, bazılarıysa yabancı. Bir kaç kişiyle selamlaşarak ilerledikten sonra, Drew tuttuğu bileğimi biraz sarsarak dikkatimi çekmeyi başardı. "Bir sorunun yok, değil mi?" diyebildim güçlükle, sesim tereddütlü ve gergin çıkmıştı. Hatta elimi çantama daldırmış, ilaç kutusunu bulmaya çalışıyordum el yordamıyla. "Ben iyiyim, Kyndra! Sürekli bana hasta olduğumu ve her an ölebileceğimi hatırlatmaktan vazgeç!" Yanakları öfkeden pembeleşmişti, çantadaki elimi sert bir hamleyle çektikten sonra konuşmaya devam etti. Ama ben, söylediklerinde takılmıştım. Bana böyle davranmaya hakkı yoktu, değil mi? Bir kontrol manyağıymışım gibi? Ben onun için endişelenirken benimle ters konuşamazdı. Bu kişi kardeşim bile olsa, terslenmeye gelemezdim ve şu anda kardeşimden nefret ettiğim söylenebilirdi. Dikkatim o kadar dağılmıştı ki, baştaki söylediklerini kaçırdım ve sadece son kısmını yakalayabildim. "...bu yüzden şuradaki çocukların yanına gidiyorum. Herhalde trene de onlarla binerim, beni merak etme." dedi, sabırsız bir ses tonuyla. Bense omuz silkerek, monoton bir ton ile yanıtladım. "Her neyse." Ve onun arkasından biraz baktıktan sonra, trenin gelmesini beklemeye başladım söylenerek. Şikayet etmemin nedenlerinden bir tanesi de, çoğu kişinin çaktırmadan bana bakıyor olmasıydı. Doğrusu erkeklerin ilgisine alışıktım. Ama kızlara ne oluyordu? Aklımdan geçen bir kaç ihtimal vardı. Ya hakkımda ortalıkta dolaşan bir dedikodu vardı, ya çoğunun erkek arkadaşı ya da hoşlandığı çocukla daha önce samimi olmuştum, ya da sadece kıskanıyorlardı. Üzerinde çok durmadım. Sadece ağırlığımı bir bacağımdan ötekine verdim, ve yine iç çekerek can kulağıyla gelecek trenin seslerini duymaya çalıştım.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://phoenix-ro.yetkin-forum.com/kimlikler-f6/aura-kyndra-bian
Sophia Widmore
Ravenclaw V. Sınıf
Ravenclaw V. Sınıf
Sophia Widmore


Mesaj Sayısı : 1716
Doğum tarihi : 22/10/93
Yaş : 30
Sihirsel Soy : Safkan.
Kayıt tarihi : 15/06/09

Bilgiler
Quidditch Mevkiî: Takım Kaptanı & Kovalayıcı
Rpg Puanı:
~~ İstasyon Left_bar_bleue98/100~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (98/100)
Düello Gücü:
~~ İstasyon Left_bar_bleue0/0~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (0/0)

~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimeÇarş. Nis. 21, 2010 11:00 am



Çıplak ayakları buz gibi soğuk zemin üzerine çarparak koşuyor, saatlerdir annesine kavuşacağı yolun bitmesini bekliyordu. Yol ise inadına uzuyor, genç bedenin yorulmasına neden oluyordu. Durup dinlenmek istiyor ama onu kaybedeceği düşüncesinden ötürü koşmaya devam ediyordu. Rüzgar uğultulu sesiyle ilahi konuşmayı andırıyor ve gece tüm karanlığını kızın üstüne veriyordu.
Her şey gerçek gibiydi. Tıpkı bundan önce gördüğü diğer kabus benzeri rüyalar gibi. Sabahları o rüyadan uyandığı için şükrederken başına üşüşen arkadaşları bütün gece onu uyandırmaya çalıştıklarını söylüyor ve iyi olup olmadığını soruyorlardı. Sorular bittiğinde genç kız kendini yokluyor, bacaklarında derman kalmadığını, yorgun olduğunu fark ediyor ve sanki tüm rüyayı yaşamış olabileceği ihtimali üzerinde duruyordu. O andan itibaren, içine dolan korku yüzünün sarılığını beyaza çevirirken, anlamsızca mırıldanıp yatağından çıkıyor ve duşa gitmek üzere odadan ayrılıyordu.
Bu sabahsa diğerlerinden farklı hislerle karşılaşmıştı. Yeni evinde, yalnızken gördüğü ilk kabustu bu. Atlatması için onu uyandıran, sorular soran ve hatta emirler veren kimse yoktu çevresinde. Bebekliğinden beri kardeş olarak büyüdüğü tüm arkadaşları yaş engeline takılmış ve ayrılmışlardı. Şimdi Marvella kendine ait bir dairede, boş sayılabilecek bir yatak odasında, yayları sırtına batan bir yatakta yatıyor ve içeri dolan güneşe karşı gözlerini kırpıştırıyordu. Terden alnına yapışan perçemlerini ve sırılsıklam vücuduna dikilmiş gibi duran geceliğini hissediyordu. Sıcaklığı hissediyordu. Temmuz, ağustos hatta eylülde bile sıcak olan Londra’nın apartmanlar semtinde, eski bir apartmanda kalıyordu. Hiçbir zaman yetimhane olarak görmediği ve izin verilse sonsuza kadar yaşayabileceği yuvasından ayrılıp yalnız geçirdiği ilk gece ve yalnız uyandığı ilk sabahtı. Evde olmadığında Hogwarts’da yani ikinci evinde oluyor ve arkadaşları ile dolu bir odada yatıyordu. Böylelikle kendini yalnız hissetmiyordu. Ama bu sadece ailesi olmadığı düşüncesini geçici olarak kafasından atmasına yardımcı oluyordu. Gerçi okuldayken masaya yaklaşan her baykuş, bıraktığı her mektup ve hatta çığırtkanlar bile ona var olmayan ailesini hatırlatıyordu. Onların yanında olmasının nasıl bir his uyandıracağını düşünüyordu. Yine de teoride yalnız değildi. Buna yalnız olmamak denirse tabi. Şimdi ise teorileri bile yıkılmış büsbütün yalnız bir şekilde odasında etrafı inceliyordu.
Her şeye inat yatağından hızla doğruldu. Yetişmesi gereken bir tren ve seçilmeyi bekleyen bir valiz kıyafet vardı. Her ne kadar henüz dolabını boşaltacak vakti olmasa da tüm kıyafetlerini götürecek kadar beyni sulanmış değildi. Bu yüzden fermuarlarını açtığı valizlerden kıyafetlerini seçmeye ve boş olana yerleştirmeye başladı:
Mavi etek, siyah pelerin, çok renkli atkı, bunun burada ne aradığını bilmiyorum ve beyaz sütyen. –gece kaçamakları için ideal-
Nathaniel… Belki de yalnızlığını en aza indirgeyen, onun kutsal varlığı. Seviyeli bir ilişki ama tutku dolu bir aşk. Arada kaçamaklar yapılsa da sınırların zorlanmadığı bir birliktelik.Tüm bunların yanında, olası evlilik sonrası yalnız kalmayacak çocuklar –Magnolia’nın en büyük hayali-. Çok çektiğinden olsa gerek asla çocuklara hissettirmek istemediği yalnızlığı Nathaniel’e hiç anlatmasa da aralarındaki kusursuz bağ sorun yaratmayacağını kavratmıştı genç kıza. Bu yüzden valiz hazırlamaya devam ederken özlem duygusu ile birlikte işleri hızlandırmanın vaktinin geldiğini anladı ve çabucak işini bitirdi. İki aylık hasretin sona ereceğinden dolayı midesinde oluşan kelebeklere dur diyerek istasyona doğru yola koyuldu.
Şıpşırık, okul sandığı ve daha pek çok ıvır zıvır ile peron dokuz üç çeyreğe yaklaşıyordu. Meraklı gözlerin üzerine bıraktığı soğuk havadan rahatsız olurken, yedinci yılına geldiği Hogwarts’da aynı telaşlı Marvella ile karşılaşmış olmak, Bu yıl her şey farklı olacak düşüncesini çürütmüş olsa da geç kalmış olmanın verdiği hızla dokuz ve onuncu peronların bulunduğu bloktan geçti. Şimdi aşina olduğu yüzler karşılıyordu onu. Türdeşleri etrafta koşuşturuyordu. Ancak o sadece birini arıyordu, Nathaniel’i.


En son Magnolia Allaire tarafından Perş. Nis. 22, 2010 10:07 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Marjorie Lendhone

Marjorie Lendhone


Mesaj Sayısı : 225
Mücadele Tarafı : Aydınlık.
Sihirsel Soy : Safkan.
Evcil Hayvanı : Marj, Jorie.
Kayıt tarihi : 13/12/09

~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimeÇarş. Nis. 21, 2010 3:24 pm

Bir yığın eski kitabın üzerinde dağınık bir vaziyette durduğu masamın hemen önündeki sandalyede oturuyor ve kucağımdaki kabarık ve parlak bembeyaz tüyleri olan kedinin kürkünde gezdiriyordum sağ elimi. Hekabe'nin mırıltıları kulağımı okşarken tatlı bir tınıymışçasına; iri, mavi gözlerim sandığıma takılmıştı. Dalgın bir şekilde tüm malzemelerimi ve araç gereçlerimi içine tıkıp tıkmadığımı düşünüyordum; cüppem, kitaplarım, kıyafetlerim... Hepsi tamamdı, Hogwarts'ta geçecek son yılımın şerefine onları bir kez olsun düzenli bir şekilde yerleştirmiştim sandığıma. Son yıl... Geçirdiğim diğer altı yılı düşündüm hüzünle, bu yıl da bittikten sonra bir daha asla Gryffindor ortak salonuna girip Miesha ile fısıldayarak muhabbet edemeyecek, gecenin bir vakti türlü yaramazlıklar peşinde koridorlarda gezinemeyecek, ana salonda verilen muhteşem şölenlere katılamayacaktım. Bir an, her şeyin bu kadar çabuk ve kolay bitiverecek olmasına inanamıyormuş gibi öylece durdum. Bu sırada Hekabe de önemli bir şeyler düşündüğümü sezmiş, mırıldanmayı kesmişti. Elimi kürkünden çekince yumuşak bir hareketle kucağımdan atladı. Ona gülümseyerek baktım ve neşeli bir sesle konuştum: "Hadi ama Hekabe, bu yıl da bitecek ve artık gitmek zorunda kalmayacağım." İri gözbebekleri olan mavi gözlerini bana çevirdi, bu sefer gülerek mırıldandım: "Tavır yapıyoruz, öyle mi? Öyle olsun." Sandığımı almak için eğilirken, biricik kedimin peşimden geldiğini hissediyordum. Aslında onu dördüncü sınıfta okula götürmeyi denemiştim ancak ben derslerle boğuşurken ortak salonda ortalığı birbirine katmıştı ve onu bir daha getirmeyeceğime dair söz vermek zorunda bırakmıştı beni.
Yıllar önce uyuşturucu bağımlısı olduğunu keşfettiğim babam her ne kadar artık bıraktığını iddia etse de henüz güvenimi kazanamamıştı ve annemin evi terk etmesine sebebiyet vermişti. Zaman zaman anneme Hogwarts'tan yazardım, ancak beni sevip sevmediğinden emin değildim, çünkü sevse mektuplarıma gelen yanıtları iki üç satırdan daha uzun olurdu ve belki evi terk etmezdi. Ya da beni yanına alıp öyle giderdi. Elbette babam onunla mektuplaştığımı bilmiyordu, bilse kızardı. Annemin bana olan sevgisinden şüphe ederken ve babama yakalanma tehlikesi içindeyken niye ona yazmaya devam ediyordum? Çünkü ne olursa olsun, annemi de, babamı da sevmeye devam edecektim...
Sandığımı da alıp odamdan dışarıya çıkarken, yükümü mutfağın girişine bıraktım. Babamla yapacağım klasik bir kahvaltı beni bekliyordu, aslında klasik demek pek doğru olmuştu, çünkü babam gideceğim için üzgün olduğunu belirten bakışlar atıyordu sürekli ve konuşmaktan kaçınıyordu. Beraber geçirdiğimiz güzel bir tatilin ardından, böyle bir ayrılık ikimizi de yıpratacaktı anlaşılan. Ama bu, son yılımdı ve babam da bunu biliyordu, bu yüzden biraz olsun keyiflenmiş gibiydi.
"Marj, biraz acele et. Geç kalmak istemezsin, biliyorsun."
"Tamam, baba."
İkimiz de bir şeylerden konuşmadığımız için sonsuzmuş gibi geçen dakikaların ardından, kahvaltı nihayet sona erdi ve gitme vakti geldi. Babam sandığımı taşımama izin vermeyecekti büyük ihtimalle, öyle de yaptı, sandığımı yüklenirken tek yapmam gereken ayakkabılarımı giymek oldu. Nihayet kendimizi evin dışına atabildiğimizde, kahvaltıdaki gibi bir sessizlik çökmüştü üstümüze. Babamın elinde bir sandıkla geçmesine garip gözlerle bakan mugglelarla dolu kalabalık sokakları geçtik, baygın ayyaşlarla dolu sokakları da... Nihayet King's Cross'a varabildik. Babam beni eksprese götürecek geçitten geçirirken, sandığımı almayı da ihmal etmemiştim.
Birbirimize sarıldık.
"Marjorie, kendine iyi bak, tamam mı?"
"Peki baba, merak etme, elimden geldiğince."
Gülümsedik. Ayrılma vaktinin gelmiş olması, ikimizi de hüzne boğmuştu...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimeÇarş. Nis. 21, 2010 5:18 pm

" Rodya! Beni oraya getirme, gelirsem neler olabileceğini aklına bile getiremezsin! " Resepsiyonda ki telefonun ahizesine sinirle üfleyerek telefonu kardeşimin yüzüne kapattım. Sıkıntıyla aşağıda küçük kardeşimi beklemekten Jasha da ben de bıkmıştık açıkçası. Ama Jasha sevgilisi ile mesajlaşmakla o kadar meşgüldü ki Rodya'nın ne kadar gecikmiş olduğu umurunda değildi. Evet, iki abimin de cep telefonu vardı. Muggle icadı olması umurlarında değildi, baykuştan daha hızlı olduğunu düşünüyorlardı. Haklılardı, cep telefonu hayatımda gördüğüm en iyi icatlardan biriydi. Zeki mugglelar! " Pekala Miesha, bir daha seninle gitmem o zaman. Benim de kendime göre işlerim var herhalde. Hem bak, Jasha hiç şikayet etmiyor! " Kardeşim merdivenlerden inerken yüzüne oturtmaya çalıştığı bir öfkeyle bana bakıyordu. Sinirlenmiş gözükmek için öyle davrandığı belliydi. O da ne kadar uzun süredir hazırlandığını biliyor olmalıydı. Ama her seferinde kendine göre geçerli sebepleri vardı ve uzun süre anlatmaktan usanmazdı. Eskisi gibi büyük bir hataya düşüp o kadar önemli ne işi olduğunu sormayacaktım. Jasha da adını duyması üzerine kafasını telefonundan kaldırıp saf saf bize bakmıştı. Şaşkın, onu seviyordum. " Tamam bunu gelecek seneye tartışırız Roo. Hadi Jasha, sen de artık kafanı kaldır şu telefondan. Geç kalacağız! " Atarım sonucunda abim ilk önce çok şaşırmıştı ama sonra hemen sonra çapkın gülümsemesini takındı. Konu kız arkadaşları olunca dünyayı unutuyordu. Annemler de bizi götürme görevini ona zorunda oldukları için vermişlerdi zaten. Babam ve annemin bir yemeğe gitmeleri gerekiyordu, Fjodor ise yurt dışına çıkmıştı. Rodya ile başımızada en sorumsuz abimiz kalmıştı. Ne de olsa yapacak bir işi yoktu. Otelin büyük, cam kapısını açarak bana referans yaptı küstahça. Gülmemek için kendimi zor tutarak kibirli bir tavırla bavulumu hızla çekerek kapıdan geçtim. O kadar ısrar etmeme rağmen bana sadece baykuşumu ve bavulumu bırakmışlardı. Onlar ise iki centilmen gibi büyüyle hafifletilmiş bavulları centilmence taşıyorlardı. Sokakta bizi gören kızlar için ne büyük bir aldatmaca!

Otelin az ilerisindeki İstasyon'a geldiğimizde sinirim geçmişti ama içimdeki heyecan devam ediyordu. Okula ilk kez gidecek bir çocuk kadar heyecanlıydım. Neden? Çünkü yazın çok değişmiştim. Bu değişimi Rodya dahi fark etmişti. Tabi ki aşık olduğum konusunda bir fikri olduğunu sanmıyordum, kıyafetimde ki değişiklikti onun ilgisini çeken. Ama ikimiz yalnız kalana kadar üstüme varmayacağını biliyordum. En azından okulda da böyle davrandığımı görüp emin olmak istiyordu bence. Galiba beklemekle doğru kararı vermişti kardeşim. Çünkü okulda da artık eskisi gibi davranmayacaktım. Yani sadece her erkeğe arkadaş gözüyle bakmayacak, biraz daha kibar hareket etmeye çalışacaktım. Ama eski muzurluklarımdam kimse vazgeçmemi isteyemezdi. Ben düşünürken o meşhur duvarın önüne gelmiştik. " Ness, umarım profesörlerinden yine bir dolu şikayet almayız. Onu bunu dövmenden ve yaptığın eşşek şakalarından annemler çok usandı güzelim. Çaktırma ama ben memnunum senden. " Yumruğumu yavaşça omzuna vurarak güldüm. Eşşek şakaları 3. sınıftan beri uğraşmadığım şeylerdi. Hatta geçen sene bazı derslerde büyük başarılar yakalayabilmiştim. Hele de Quidditch başarılarım. Takım Kaptanı seçilerek onları onurlandırdığımı sanıyordum halbuki. Bu konuda takımda olmayan Rodya beni çok kıskanıyordu. " Saçmalama Jasha! Söylediklerin benim iki senedir yapmadığım davranışlar. Hem sen onaylıyorsan kesinlikle yapmam. Seni özleyeceğim Jasha. Döndüğümde seni çapkın ama iş sahibi bir abi olarak görmek istiyorum. " Kollarımı hemen boynuna dolayıp yanağına bir öpücük kondurdum. Arkamda ailesine veda eden birkaç kızın nasıl da iç çektiğini fark etmiştim. Kollarından ayrıldığımda Jasha'nın yüzü affallamış gibiydi, ama gözlerinin içi gülüyordu. " Sen, az önce bana sarıldın! Hey, kimsin ve eski Ness'e ne yaptın? Ben de seni özleyeceğim Ness. Dediklerini yerine getiririm umarım. Ama sen de artık benim kollarıma atıldığın gibi kollarına atılabileceğin birini bulmalısın. Bugün ki kıyafetin gözümden kaçmadı sanma sakın! " diyerek göz kırptı. Ben de omzumu silkip ona gülümsedim ve içine eşyalarımı koyduğum arabayı hızla duvara doğru sürdüm.

Tanıdık bir düdük sesi ve ardından duyulan öğrencilerin gürültüsü, abimin bana dediklerini şimdilik unutturmaya yetmişti. Ben gözlerimi kırmızı trene dikmiş özlemle bakarken Rodya da arkadan bana toslamıştı. " Özür dilerim Bayan Agresif. " dedi yüzündeki alaycı gülümsemeyle. Bir yandan da gözleri ile etrafı tarıyordu. Ben tam ağzımı açıp özür dileyecekken elini havaya kaldırdı. " Özrünü sonra dilersin Esha. Ben şimdi Jewelle'in yanına gidiyorum. Ama benden kurtulamazsın. İçinde bulunduğun şeyle ilgili kesinlikle konuşacağız. Ayrıca, bana bir daha Roo deme. " Takma isim olayını daha sonra konuşacaktık. Ben alışkanlığımdan kolay kolay vazgeçecek bir kız değildim. Onu sinir etmek hoşuma gidiyordu. O kalabalığın arasına karışırken kıyafetime göz attım. Lanet olsun! Herkes neden kıyafetime bu kadar takmıştı? Çok mu değişik olmuştum gerçekten? Genelde okulun ilk gününde hep düşük bel bir pantalon ve bol bir kazak olurdu. Şimdi ise altıma siyah bir pantalon üstüme de beyaz, omuzlu bir bluz giymiştim. Saçlarım ise her zamankinden farklı olarak tepeden topuz yapılmıştı. Tabi ki ben topuz yapmasını bilmiyordum, tamamen otelin kuaförünün eseriydi. Hem bana birkaç püf noktasını da öğretmişti. Daha fazla burada dikilip kıyafetime kafa yoramazdım. Bir an önce Hogwarts'a geri dönmek için sabırsızlanıyordum. Arabayı yeniden sıkıca kavrayarak ittirerek ilerlemeye başladım. Etrafta çok fazla tanıdık göremiyordum. Birkaç Gryffindorlu'ya selam verdim ve kalabalığın arasından yararak azimle trene ulaşmaya çabaladım. Bir yandan da gözlerim bir tilkinin gözleri gibi kısılmış, hızla etrafı tarıyordu. Sonra onu gördüm. Aslında onları. Hayır, yanyana değillerdi. Sadece bir anda ikisi de gözüme çarpmıştı. Marjorie ve Gabriel. Büyük bir kızlar grubunun iki ucunda etraflarına bakınıyorlardı. Afalladım. Hangisinin yanına gitmeliydim? Gabriel'in yanına gidersem konuşabileceğimi sanmıyordum. Hatta daha fazla utanacaktım. Kısa bir kararsızlık aşamasından sonra arabayı aniden Marjorie'nin bulunduğu yöne çevirdim. Ani bir şekilde çevirdiğim için anında büyük bir karışıklığa neden olmuştum.

Benim arabamın üzerine doğru gelmesiyle geriye doğru afallayan kızıl saçlı kız, hemen arkasındaki kız grubunun dibine girmek zorunda kalmıştı. Kızıl saçlı kız soğuk gözlerini bana dikerken sinirli görünmüyordu ama ürperticiydi. Onu duymuştum sanırım. Şu Ravenclawlı, güya vampir kız. Adını hiç hatırlamıyordum. Tam özür dileyecekken kızıl saçlı kızın dibine girdiği gruptan sarı saçları beline uzanan bir kız hışımla bize dönmüştü. Rhodél Jailes! Bu orospuyu okulda tanımayan yoktu. Gryffindor da bile erkeklerin dilinden düşürmediği popüler bir kızdı. Adı birçok entrikaya karışmış, başı binlerce kez alkolden ve erkeklerden belaya girmiş kaşar bir kızdı. Erkekler bu sürtüğü nasıl beğeniyordu, Tanrı aşkına?! " Siz iki gerizekalı ne yaptığınızın farkında mısınız?! Neredeyse beni eziyordunuz. Saçımın bir teline zarar gelmiş olsaydı sizi rezil ederdim. Neyse ki, sizden daha önemli işlerim var kızıl ucube ve rüküş kabadayı. " Sinirle dişlerimi gıcırdattım. Eğer gerçekten saçlarına zarar gelmesini istemiyorsa, yanlış kişiye çatmıştı. Onun ince telli sarı saçlarını zevkle yolup eline verebilirdim. Karşımdaki kızıl saçlı kızın da benim gibi sinirleneceğini düşünmüştüm. Ama kız hala soğuk gözleriyle öylece duruyordu. Mesafeli ve asil bir duruştu bu. Sanki Rhodél ile konuşma zahmetine girerse veba kapacağını düşünüyor gibiydi. Bembeyaz suratında beliren soğuk bir tebessümle önce benim sinirli yüzüme sonra da Rhodél'in sürtük gülümsemesini takındığı yüzüne baktı. " Yeter Rhodél. Ucube Jezebel sana ciddi zararlar vermeden cehennem ol buradan. Hakkımdaki duymuşsundur. Eminim, öğlen yemeğim olmak istemezsin. " Sözleri karşısında ağzım şokla açıldı ve ürperdim. Rhodél'in de gözleri kocaman açılmış, suratı en az Jezebel adlı kız kadar beyaz olmuştu. Bu kıza karşı Rhodél'e olan tavrı sayesinde bir sempati duymuştum açıkçası. Yine de beni gerçekten ürkütmüştü. Kısa bir şoktan sonra Rhodél sanki umursamıyormuş gibi omzunu silkti ve saçlarını savurdu. Kız bizden uzaklaştığında dahi ne ben ne de Jezebel adlı kız konuşmuştu. " Oh, hmm... onu iyi benzettin. " Ona bir şey söylemek, duvara bir şey söylemekten farksızdı. Sessizliği karşısında varlığını bile unutabilirdiniz. Konuşacağını pek sanmıyordum açıkçası. O nedenle yavaşça kıpırdanıp bu sefer dikkatli bir şekilde arabayı ittirdim. Ama kız beni şaşırtarak iki adım attıktan sonra arkasını dönmüştü. " O sürtük bunu hak ediyordu. " dedi. Gözlerinde en sonunda samimi bir parıltı görebilmiştim. Merlin'in sarkık donu adına, Marjorie'ye neler olduğunu anlatmak için sabırsızlanıyordum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Joseph Màphael
Gryffindor VI. Sınıf
Gryffindor VI. Sınıf
Joseph Màphael


Mesaj Sayısı : 198
Mücadele Tarafı : Sessizlik.
Sihirsel Soy : safkan.
Evcil Hayvanı : zula, siyah bir danua.
Kayıt tarihi : 11/10/09

Bilgiler
Quidditch Mevkiî:
Rpg Puanı:
~~ İstasyon Left_bar_bleue100/100~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (100/100)
Düello Gücü:
~~ İstasyon Left_bar_bleue0/0~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (0/0)

~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimePerş. Nis. 22, 2010 9:48 am

Saatlerdir soğuk suyun altında kendine gelmeye çalışıyordu. Uzun zamandır içerisinde bir endişe ile yaşıyordu. Magnolia, evet onun için endişeleniyordu. Kırılgan, biricik sevgilisi. Hayatının tek doğru olan yönü. Onu özlemişti. Bu sabah ta diğer sabahlar olduğu gibi çok erken uyandı ve kendisini soğuk suyun altına attı. Her damla, çıplak vücuduna çarparken, acı çekmesine rağmen kendine geliyordu. Bir nevi işkenceydi bu. Morel malikanesinin soğuk mermerlerine attı adımını. Suyu kapatıp, havluyu es geçerek odasına ilerledi. Kaşmir halısının üzerinde ilerlerken, düşünebildiği tek şey Magnolia'sına kavuşacak olmasıydı. Nefes alış verişlerindeki zarafeti izleyebilecek, varlığının verdiği sevinç duygusuyla sarhoş olabilecekti. Damlaların üzerinden akışları yavaşlamıştı. Bu sırada aşağıdan büyük babasının o gür sesiyle ürperdi.
"Acele etsen iyi olur evlat. İstasyona seni bırakma işi bana kaldı."
Büyük babasının bu güne kadar duyduğu en sevgi dolu cümlesiydi bu. Ancak genç büyücü buna alışmıştı. Umursamıyordu da denebilirdi. Siyah kumaş pantolonu ve siyah tişörütü giydi. Üzerine de siyah ceketini. Büyük babası ona her zaman böyle giyinmesi gerektiğini söylerdi. Asla kot pantolon giyen serseri gençlerden olmaması gerektiğini ve asil Morel ailesine yakışır giyinmesi gerektiğini söyler. Bu alışkanlık yapmış olmalı ki, genç büyücü bu kıyafetlerin dışında başka şeyler giyerse kendisini rahatsız hisseder. Ayakkabılarını da giyip, hizmetçilerin hazırladığı valizini de eline alarak aşağıya indi. Büyük babası her zamanki gibi masada yerini almış, Nathan'ı hoş sayılabilecek bir ifade ile süzüyordu. Hiç konuşmadan kahvaltılarını ettiler ve arabaya doğru ilerlediler. Büyük babasının dönüp dönüp ona baktığını farketti. Bir şeyler söylemeye çalışıyor gibiydi. Arabaya geldiklerinde yerlerine geçtiler ve yola çıktılar. Uzun süre sessizlik oyunu oynadılar. İstasyona geldiklerinde büyük babası genç büyücüyü kolundan tuttu ve konuşmaya başladı.
"Biliyorum evlat senin için iyi bir büyük baba olamadım. Belki de bunu senden istemeye hakkım yok ama beni dinlemelisin. Eğer bana bir şey olursa, bu sahip olduğum her şey sana geçecek. İşim, arsalar ve daha bir çoğu. Bu çok büyük bir sorumluluk. Sana güvenim sonsuz. Menzun olduğunda sorumluluk sahibi bir büyücü olarak beni anlamanı ve diğer gençlerden farklı olduğunu bilmen gerekir. Onlar gibi zamanını harcamamalısın. Hayatta eğlenceden daha fazlası var. Sadece bunu bilmeni istedim. Neyse şimdi gitmen gerekiyor. Bu konuştuklarımızı dönem boyunca düşünmeni istiyorum. Sen farklısın, Nathaniel."
Nathaniel büyük babasının demek istediği şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Adımlarını bilinçli atmıyordu. Bir çocuğa çarpınca kendine geldi. Özür diledi ve bunu sonra düşünmesi gerektiğini anladı. Şimdi aklında sadece biri vardı. İlerleyerek onu aradı. En sonunda onu buldu ve arkasından yavaşça yaklaştı. Birini arıyor gibi etrafını tarıyordu gözleri. Dalgın gibiydi ki bu Nathaniel'in işine yaramıştı. Kulağına yaklaşıp, "Birini mi arıyorsun, sevgilim." dedi ve teninin kokusunu içerisine çekti. Özlediği Magnolia'sı bütün varlığıyla oradaydı. Büyük babasının sözleri, dünya, her şey silinmişti. Bir tek o vardı görebildiği.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Jonelle Blanchard

Jonelle Blanchard


Mesaj Sayısı : 124
Mücadele Tarafı : Henüz kesin bir karar veremedi.
Sihirsel Soy : Safkan.
Evcil Hayvanı : Elle, Jone.
Kayıt tarihi : 12/01/10

~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimePerş. Nis. 22, 2010 4:04 pm


"Svetlana! Şey, burada bir baykuş var... Sanırım, sana bir mektup daha getirdi."
Büyük annemin salondan yükselen sesini duyduğumda, sandığıma dört gün önce Diagon Yolu'ndan aldığımız ders kitaplarını tıkmakla meşguldüm. Bir mektup daha ha! Bu hafta beşinci oluyordu, Hogwarts'daki yeni döneme başlayacağımın haberini alan Moskova ve Volgograd'daki akrabalarım, boyuna mektup gönderiyorlardı. Tanımadığım o kadar çok kişi vardı ki... Lidochka hala, Alexey amca, kuzen Zhenya... Hele babamın uzaktan bir akrabası olduğunu yazan Boreslav Rotislava adında bir adam, bana tam üç sayfa yazmakla kalmamış, tek kelime anlamadığım Rusça şeylerle dolu bir kitap da yollamıştı.
"Peki büyük anne."
Bu sırada, masamın üzerindeki büyük kafeste duran puhu kuşu, huzursuz huzursuz kıpırdandı. Ona gülümseyerek baktım ve sessizce konuştum: "Hadi ama Monium, bana yazan herkese cevap yazamam ki. Hem yazsam bile, burada Moskova'ya uçman imkânsız."
Kafesi ve sandığı alarak, odamdan çıktım. Sabahleyin gayet erken bir saatte büyük annemle beraber yapmıştım kahvaltımı, onunla biraz oturduktan sonra hemen King's Cross'a gidecektim. Mektubumu okumaya karar verdim, acaba kimden gelmişti?
Sandığımı ve kafesi hole bıraktıktan sonra, büyük annemin mektubu bıraktığını tahmin ettiğim salona doğru ilerledim. Yanılmamıştım, mektup masanın üzerinde duruyordu. Uzanıp onu aldım, parmak uçlarım zarfın pürüzlü yüzeyinde gezindi. Mektubu açıp içerisindeki parşömeni çıkartırken, en altındaki imzayı okuyordum: Margarita Djevaczka, büyük annen. Yeşil renkli gözlerim, Djevaczka ve büyük annen sözcükleri üzerinde gidip gelmeye başladı, tâ ki sözcükler manalarını yitirinceye dek... Büyük annem, Djevaczka, Margarita Djevackza... Bugüne kadar, bana annem Charlene ve babam Andrey öldükten sonra bakan büyük annem Anne'den başka büyük annem olduğunu düşünmemiştim, hep öldüğünü düşünmüştüm. Mektubu büyük bir hevesle okumaya başladım.
Svetlana, mektup yazma konusunda gençliğimden beri bir felaket olduğumu bilmeni istiyorum okumadan önce. Üstelik şu anda bunları yazarken çok karmaşık şeyler hissediyorum, büyük ihtimalle mektup da hislerimi yansıtarak karman çorman bir içeriğe sahip olacak ben yazmayı bitirdiğimde. Ancak yine de okumanı istiyorum. Oğlum, yani senin baban Andrey öldüğünde, büyük annen seni Moskova'dan alıp Londra'ya götürdü. İkinci oğlum Alexey itiraz etti, ancak büyük annen seni yanında tutmaya kararlıydı. Bu süre boyunca, seninle ilgili çoğu şeyden haberimiz oldu; Hogwarts'a gidişin; Slytherin'e seçilişin gibi. Bütün bu zaman içerisinde sana neden bir kere bile yazmadığımı inan, ben de bilmiyorum. Alexey ve diğerleri sanırım her yıl düzenli aralıklarla mektup gönderiyorlarmış, ancak ben böyle bir şey yapmadım. Bana sinirlenmek istersen haklısın, aynı şekilde bu mektubu ortadan ikiye yırtmaya da hakkın var. Ancak şunu bilmeni istiyorum ki Svetlana, sen damarlarında biricik oğlum Andrey'in kanını taşıyorsun ve bir Djevaczka'sın. Moskova'da, sana yazmaya bile tenezzül etmeyen bir büyük annen olduğunu anımsa ve onu bağışla, çünkü o, bundan sonra eline kalemi ve önüne parşömeni alıp 'Svetlana Djevaczka'ya' yazmaya ant içti.
Umarım bu dönem senin için güzel geçer, her zaman seninleyiz.
Margarita Djevaczka, büyük annen.
Okuduktan sonra, bir süre durup sessizce bekledim.
O kadar sessizdi ki, dışarıda rüzgârın yaprakları okşayınca çıkarttığı hışırtılar bile çalınıyordu kulağıma.
Margarita Djeva - Yeter! diye haykırdı beynimde bir ses - Margarita Djevaczka, büyük annem.

Yaklaşık yarım saat sonra, büyük annemle beraber King's Cross'a yürürken de düşünmemeye çalışıyordum okuduğum mektubu. Ama nafile... Margarita Djevackza, büyük annen satırı asla gitmiyordu gözümün önünden. Düşüncelerden sıyrılmamı sağlayan tek şey, arada sırada Monium'un çıkarttığı garip seslerdi. Ve istasyon göründüğünde, başımı kaldırıp büyük anneme baktım; bembeyaz kesen saçlarının arasındaki kahverengi teller, saçının gençliğindeki rengine dair bir ipucu veriyordu, istasyona kilitlenen gümüşi gözleri, gün ışığında parıldıyordu. Bu gözlerde bana olan sevgisinin ışığını görürdüm bana baktığında, şimdiyse bir hüzün çökmüştü sanki. Benim gerçek büyük annem O'ydu, on dört yıldır bana bakan tek kişiydi O, bana katlanan, beni büyüten.
Geçitten geçip platforma vardığımızda, vedalaşan genç cadı ve büyücülerin arasında suskunluğumuzla dikkati çekmeyi başarıyorduk büyük annemle. Sözü ilk açan o oldu, bana gururla bakıp mırıldandı: "Svetlana, söz vermeni istiyorum, beni gururlandıracaksın, tamam mı?" Ona yanıt vermeden önce, tüm içtenliğimle yemin ettim kendi kendime.
"Tamam, büyük anne."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Ardelia Lethaeus

Ardelia Lethaeus


Mesaj Sayısı : 288
Doğum tarihi : 26/04/95
Yaş : 29
Mücadele Tarafı : otherside.
Kayıt tarihi : 06/05/09

~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimeCuma Nis. 23, 2010 9:15 pm

Burnuna gelen nefis kızamış ekmek kokusuyla beraber ayakları istemsiz olarak küçük mutfaklarına doğru yöneldi. Kovboy filmlerindeki barların giriş kapıları gibi bir girişe sahip olan mutfakları kokunun asla içeride tutulmadığını kanıtlıyordu. Burnu önde mutfağa dalarken mutluluğun gözünden anlaşıldığına emindi. "Reçel var öyle değil mi? " Muggle icadı olan makineden küçük bir tok sesiyle fırlayan ekmeklere o kadar çok konsantre olmuştu ki dönüp ona bakmadı bile. Yine de yanına gidip yanağına içten bir öpücük kondurmasını engelleyemedi. Yüzündeki sevecen gülümseyişten hiçbir zaman hiçbir şey kaybetmeyen babası ona aynı şekilde karşılık verdi. Ard niyet zerresi hissetmediği gözlerin ardında ki büyük acıları görsede bununla yaşamayı öğrenmişti. Masaya geçerken aklında hala reçel vardı ama babası bunu anlamış olacak ki hemen dolaba yönelip bir şişe böğürtlen reçeli ile masaya döndü. Bugünü diğer günlerden ayıran yegane özelliğe henüz girmemişti babası ama yine düşündüğü şey başına geldi. Şom ağızlının ötesindeyim. "Yarım saat sonra gideceğiz. Konuştuklarımızı unutmadın değil mi?" Ağzına koca bir ısırık üzeri böğürtlenle kaplı kızarmış ekmek almış olması ona en azından yirmi saniye kazandırmıştı. Ne demeliydi Evet unutmadım ama çokta umrumda değil, zaten orda ne olacağı fazla belli olmuyor herşey anında "Tabiki de unutmadım babacım. Herşey harfiyen aklımda. " Babasına yalan söylemek yaptığı hiçbir şey kadar sıkmıyordu onu, her an kızaracakmış gibi hissediiyordu kendini. Bıçağı eline alıp birkez daha aynı tarifi uyguladı ekmeğe. Aradan henüz on beş dakika geçmişti ki babası ona dik dik bakmaya başladı. " Birileri gitmek istemiyor. " Ardından yüzünde bilmiş bir sırıtış belirdi. Aynı tavrı takındı Ardelia ve ellerini göğsünde birleştirdi. " Hergün böyle yemekler bulamadığımdan kalkmak istemiyorum daha çok. " İkiside bir kahkaha attı. Birbirlerine karşı duydukları şey baba- kız ilişkisinin çok ötesindeydi. Ayağa kalktı ve yere kadar eğilerek selam verdi babasına. Bu onların çok küçüklükten beri yaptıkları bir şeydi. Yine aynı gülümsemeyi yaydı yüzüne babası, oysa hemen nasıl hazırlanacağı derdine düşmüştü. Hızla arkasını döndü ve odasına girerken babasına bağırdı. " Beş dakikaya hazırım!"

Beş dakikayı on beş dakika yapmakta üstüne yoktu. Koridorda sandıkla bekleyen babasının yüzünde şimdi oldukça kzıgın bir ifade vardı. Duvarda asılı saati göstererek, parmağını salladı. Ardelia ise hiç oralı değilmiş gibi aynada saçlarını düzeltmeye girişti. Aslında saçlarını düzeltmişti ama babasını kızdırmak hoşuna gidiyordu. "Hemen yanıma gel!" Pişkin pişkin sırıtarak yanına gitti ve babasının elini sımsıkı tuttu. Gözlerini kapattı. Kaç saniyesi var bilmiyordu ama gözlerini açtığında bu kadar uyuşukluk yaptığı için kendine kızacağını biliyordu. Asasını kullanabilidği tek -şimdilik- yere gidiyordu.
İşte. Gözlerini altıncı yılda aynı odada açtı. İçeriye ışık girmiyordu. Buna alışmıştım. Babası elini bıraktı ve bir centilmene yakışmayacak biçimde sandığı bırakarak kapıya yöneldi. Arkasından bakmış olmasına rağmen geri dönmeyeceğini anlamıştı. Kaderine razı gelerek sandığı sürüklemeye başadı. Kapının önünde bekleyen babası onu görür görmez yürümeye başladı. Çok geçmeden ardında sandıkla kalabalığa girdi ve aynı hızla taş duvarın önünde bulduğu kendini. Göz açıp kapayıncaya kadar böyle oluyormuş meğer. Babası ona göz kırptı ve eliyle duvarı kibarca gösterdi. Memnuniyeti belli eden eski amerikan filmlerindeki kadınlar gibi mahçup bir gülümseme takındı. Bu yaptıkları belki etik değildi ama babasıyla küçük oyunlar oynamak hoşuna gidiyordu. Sandığı önüne aldı ve hızlı adımlarla duvara doğru koşmaya başladı. Bir, iki, üç...

Treninin sesiyle kendine geldi. Bütün ihtişamı ile önünde uzanan kırmızı trene bakarken yanında biten babası da ona bakıyordu. " Özlediğin belli. " Kafasını babasına çevirdi. " Alt kat komşumuzu da özleyeceğim. " Munzırca sırıtarak ilerlemeye başladı. Bu sefer takip eden babasıydı. Az yoğunlukta olan bir giriş arıyordu gözleri. Birkaç defa yön değiştirerek hem babasını kızdırmak istiyor hem de malum anı engelliyordu. Ama çok geçmeden babasının uyarısıyla durdu ve onu gösterdiği yere yöneldi. Olacak şimdi. Babası ona döndü ve oldukça ciddi bir şekilde konuşmaya başladı. " Mektup yazmayı unutma, iksir için biraz uğraş, yasak orman ya-sak, -" vee işte özlü söz. "- asa dövüş için değil savunma içindir." Yanağına küçük bir öpücük kondurup onu kucakladı. Her yıl duyduğu bu cümle ona her zaman saçma gelmiş olsa da bu yaz okuduğu haberler göz önüne alınınca babasına hak vermiyor değildi. Gözlerinde hafif bir buğu oluştu. Ağlamak mı üzereydi? Hemen kendini topladı ve saçmaladığını anladı. Merlin adına Hogwarts' a gidiyordu. Babasına tekrar sarıldı ve tamam anlamında başını salladı. Arkasını dönüp trene binerken hala babasının gözetimi altında olduğunun farkındaydı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Mystique Oak Cynthia
Yönetici & Sihir Bakanı
Yönetici & Sihir Bakanı
Mystique Oak Cynthia


Mesaj Sayısı : 638
Doğum tarihi : 10/09/91
Yaş : 32
Mücadele Tarafı : Sihir Dünyası
Sihirsel Soy : Purebred
Kayıt tarihi : 09/11/09

Bilgiler
Quidditch Mevkiî:
Rpg Puanı:
~~ İstasyon Left_bar_bleue100/100~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (100/100)
Düello Gücü:
~~ İstasyon Left_bar_bleue50/60~~ İstasyon Empty_bar_bleue  (50/60)

~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimePaz Mayıs 09, 2010 12:33 am

Görüyor musun, artık yanımda bile değil..!
Artık seninle pek ilgilenmiyor galiba...

Yanındaki esmer kıza bakışlarını dikmiş, birşeyler mırıldanırken, zihninde dönen kıskançlık veyahutta bir kişiyi paylaşma duygusunun yarattığı o dayanılmaz acıdan dolayı oluşan düşüncelerin esiri olmuşcasına oyalanmaya çalışıyordu tren istasyonunda, bir o yana bir bu yana mızmızlanırken. Evet belki küçük bir kız çocuğu edasında davranıyordu şimdi, lakin aslında bir yanı hiç bir zaman büyümemişti. Babasının biricik kızı, hiçbir zaman erginliğe adım atmayacak, o kırmızı pabuçlarıyla evin neşe kaynağı olan ruhu hiç bir zaman yenilmeyecekti olgunluğa. Fakat işler planlandığı gibi gideceği yerde, aksi istikamette yol alırcasına berbat oluyordu. Nereden çıkmıştı şimdi bu kadın? Güzelliği ile babasının gözlerini kamaştırmış, bütün şirretliğini masum davranışlarının ardına gizlemiş olabilirdi lakin buzul mavisi gözlerinden akan hainlik Oak'ı yenemeyecek kadar belirgindi. Bu kadar mı kördü bu adam? Para düşkünü bir kadın olduğu, arzuladığı isteklerden belli iken, onun sıcak kollarında uyumak için dökülen bunca zahmete değer miydi? Evet belki Adolphus kadınla geçirdiği o sıcak saatlerde huzuru ve mutluluğu yakalayabilmişti, lakin küçük kızını yakalayan bu mutsuzluğu niçin gözardı etmişti ki? Ne zaman değişmişti bu adam böyle? Daha geçen yıllarda, ailesinin huzuru için canını bile feda edecek adamı bu hale dönüştüren bir kadın, insan kelimesinin anlamını barındırabilir miydi bünyesinde. ''Lanet olsun Jess, sızlanmayı bırak kafam çok karışık'' Bir yandan düşüncelerle boğuşurken, bir yandan da yanındaki aptal kızın sürekli konuşması yeterince sinirlerine dokunmuştu. Büyük haberi vermek için Kevin'e bakınsada, mavilikleri onun o ışıltılı yüzüyle buluşamamıştı ne yazık ki. İhtiyacım olduğu zaman ortalarda olmazsın zaten Kevin!

''Hey Mystique, duyduğuma göre yeni annenin bir de oğlu varmış.''

Ah evet bir de o vardı tabi. Kadının kendisi yetmezmiş gibi birde arkasından getirdiği oğlu işleri sarpa sarma da tam bir süpriz hediye gibiydi. Yapışkan ve kendisini beğenmiş tiplerden birisi oluşu elbetteki içten bile değildi. Oysa ki Elizabeth ve Oak ne güzel bir anne-evlat ikilisi oluşturuyordu zamanında. İki güzel bayan, altın sarısı saçlarıyla bütün herkesi büyülerken, kan kırmızısı dudaklarından dökülen her bir kelimede hayat bulurken, imrenilen bir aile tablosuna o kadar yakındılar ki. Peki ya şimdi? Güzelliğine güvenen bir sonradan görme, onun çapkın ve hovarda oğlu, gözleri aşktan ve şevkten kör olmuş bir baba, yılgın tükenmiş bir genç kız. İşte size iki tablo arasındaki farklar. Mutlu olmak bunun neresinde saklı olabilirdi ki?

''Hiç sorma Jess, daha ilk günden bana söylediklerini duysan, düşer bayılırdın herhalde..Tabi Baldinini marka ayakkabılarımın üzerine düşmesen iyi edersin!'' Ne de olsa onları asla ödeyemezsin ezik. Neler oluyordu böyle? Ne zamandan beridir Isabel gibi konuşmaya başlamıştı. Bu yeni kadın, birçok yönden hayatını etkilemişti evet, fakat böylesine burnu büyük bir kız yaratmayı sadece ufacık bir tatilde nasıl başarabilmişti hayret doğrusu. Paranın verdiği hazza hiç bir zaman güvenmemişti Oak şu zamana dek. Zengin bir ailenin, ılımlı kızı olmaktan başka hiçbir özelliği yoktu. Lakin büyüyüp güzelleşene dek. İşte o zaman gözleri kamaştıran bir varlık olmuş ve her istediğini elde etmekte daha da uzmanlaşmıştı. İstekleri umarsızca yerine gelirken, elde ettiği en büyük zafer hiç kuşkusuz Gryffindor'un en yakışıklı ve popüler erkeğini kendisine bağlamak olmuştu. Bir zafer kazanmıştı belki lakin, kalbini O'na vermesi kadar büyük bir hezimeti de ilk defa yaşamıştı o dönemde. Gerçek aşk ilk kez avuçları arasına girmişti herhalde, ve uzun zamandır çıkmayı da hiç düşünmemişti. ''Ah işte geliyor, hadi Jess hemen binelim şu tren zımbırtısına.'' Uzaklardan gözüne kestirdiği cici annesinin biricik yavrusundan saklanmak şuan için istediği tek şeydi. Yapışkan çocuk yine salyalarını akıtırcasına yanında bitecek ve o aptal iltifatlarını birer birer tekrarlayacaktı, hiç usanmadan. Anlaşılan bu yıl, gerçekten de büyük olayların yaşanacağı bir yıl olmada aday gösterilebilecekti. Peşinde çapkın bir üvey kardeş, yanında yakışıklı bir insanötesi varlık ve son senenin verdiği ders ağırlığı. Bitmek bilmeyecek bir seneye adım atmak aslında o kadar da sıkıcı değildi, özellikle de ne yaşayacağın konusunda bihaber isen...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aaron Roviun

Aaron Roviun


Mesaj Sayısı : 63
Kayıt tarihi : 17/08/09

~~ İstasyon Empty
MesajKonu: Geri: ~~ İstasyon   ~~ İstasyon Icon_minitimeCuma Haz. 11, 2010 8:38 pm

Otopark konusunda şansı hiçbir zaman açılmayan babam bir kez daha gözleriyle yokluyprdu alanı. Pes etmesi büyük bir umutla beklerken aynı kandan gelmiş olmamıza birkez daha hayret ediyordum. Aptal herif! Nefret duygusunun giderek artması nefes alış verişlerimi artırmıştı. Fark edilmemesi için camı sonuna kadar açtım ve kafamı olabildiğince dışarıya çıkarttım. Mazot kokan havanın ciğerlerime dolmasına izin verirken babamın pes ettiğini anladım. " Siz girin, ben arkanızdan gelirim." Babam lafını bitirmeden arabanın kapısını açtım ve boğucu bir ortamdan diğerine girdim. Eylül ayında olmamıza rağmen güneşin yüzünü gösterdiği bir gündü. Böyle bir günde kalabalığa karışmak isteyeceğim son şey olsa da örgürlüğüne kavuşmak için can atan ayaklarıma mani olmadım. Arkamdan gelen annemi göz ardı ederek uzun giriş kapısından içeriye girdim.
Buranın sadece büyücülere gösterdiği gizli yüzüne doğru sık adımlar atar arkamdan koşturan annemi düşündüm. Zavallı kadın. Oğlu ve kocası arasında sıkışıp kalmış. Böyle olmaması için zamanı geriye almanın tek çözüm olması gerekiyordu ama her zaman ikinci bir şans olmalıydı. Omzuma çarpan yaşlı kadına ters ters bakarak annemi kontrel ettim ve az önce düşündüklerimden sonra kendime kızarak böyle olmasının tamamıyla babamın suçu olduğu hatırladım. Pasif kalan annemin yanıma gelmesini bekledim ve onun koluna girdim. Bana büyük bir şevkat ifadesiyle gülümsesen kadının şuan içinden geçenler ayna gibi yüzüne yansıdığına hiçbir kuşkum yoktu. Aynı şekilde cevap vermek istesemde içimden geçenleri yansıtmadım ona. Bir kaç kişinin daha ayağına basarak taş duvarın önünde durdum önceliğin hep bende olmasına rağmen elimle anneme gösterdim duvarı. Genç ama bitmiş bir halde olan güzel annem kolumu bırakmadan koşmaya başladı. Çocukluk yıllarımı hatırlamıştım. Gülümseyerek ona katıldım. Bir kaç saniye sonra gözlerimi özgürlüğüme açılan kapıya açtım.

Kırmızı trene bakarken annemin çekiştirmesiyle hayaller aleminden ayrıldım. "Acele et sadece 5 dakikan kaldı." Haklıydı. Velilerden başka kimsede kalmamıştı salonda. Hızla velilerin arasında koşmaya başladım. Aynı zamanda babamın yetişemeyeceği gerçeğiyle sevinçten havalara uçuyordum. Hogwarts... Kabus gibi geçen bir yazın ardınan sadece beş metre kalmıştı aracına. O mesafeyide tek nefeste geçip vagona atladım. Annemin yardımıyla sandığı içeri çektim ve tekrar aşağıya atladım. Annemin gözlerinin dolduğunu fark etsemde onu utandırmak istemiyordum. Ona sarıldım ve yalnız geçireceği lanet günleri düşünerek birkaç saniyeliğine de olsun gitmemeyi düşündüm. Annem aklımdan geçenleri okumuş gibi ağlamaklı bir sesle " Yalnız değilim, mektupların var. Benim için endişenleme. " Gözlerinden süzülen yaşları elimle sildim. İnsan birini kendinden bile çok seveceğinin canlı örneği olan bütün anneler gibi benim annemde öyledi. Ona tekrar sıkıca sarıldım. "Her hafta." Gülümsedim ve doğruca trene atladım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
~~ İstasyon
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» ** İstasyon
» İstasyon.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Phoenix ! ~ Harry Potter Rpg ::  ||| Başlangıç :: RPG İçi-
Buraya geçin: