Korkunç bir sabah geçirecekten habersizce uyanmıştı Westminster sakinleri. Tekdüze geçen yaşamları boyunca ne tuhaf bir olayla ne de sihir halkından biriyle karşılaşmışlardı. Fakat içlerinden biri, görmemesi gerekeni gören, onlar kadar şanslı değildi. Ailesini işkillendiren hayret duygusuna karışmış tedirginliği zaman zaman korku boyutunu bulacak kadar büyüyordu. Heyula görmediğini anlamak uzun sürmemişti, yine de onu bu hale nasıl geldiğini çözememişlerdi. Homurdanan bulutların gizlediği güneş yüzünden ışık azdı, gölgelerin koruması altında ilerleyen siluetin bahçeye girdiğini kimse görmedi. Grinin en soluk tonlarına bürünmüş koridordaki yıllanmış görüntüde kaybolmayı başaran kapının ardında küçük bir kütüphane saklanıyordu. Küçük hesaplaşma burada başlamış ve bitmişti, en büyük tutkularının çalındığını anlayan kendini cezalandırana dek.
St. Clementine Malikânesindeki matem havası, içindeki insanlara baskı yapmakla kalmayıp kendi kasvetine de boğuyordu onları. Huzursuz sukûnetini bozmamaya kararlı olan genç kadın siyah döpiyesinin eteklerini çekiştirerek az sonra gömülecek olan tabuta baktı, dudakları hafifçe kıvrıldı ve kendi hayatını sonlandıran adamdan ödünç aldığı yadigârının şişesinde kıvranmasına izin verdi, kristali zarifçe cebine yerleştirirken. Kolundaki şekil hafifçe kımıldıyordu ancak onu hissetmedi, bağlılık yemini ettiği kudretin gittikçe zayıflaması çağrılarının bile ulaştıramıyordu hizmetkârlarına. Aslında Senamore ölümyiyen değildi, Lord'una saygı duymayı öğrenmiş yüce Derlemciydi; çoğu kez görev bile almazken toplanışlar sırasında karanlıklarda saklanır ve O'nun ölümyiyenlerine verdiği emirleri dinlerdi. En sonunda, bir çoğu gittikten sonra eğer ihtiras koleksiyoncusuna ihtiyaç duyuyorsa kadına seslenirdi, duymuyorsa onun da gitmesine izin verirdi. Halinden memnundu, özellikle de malikâneyi terk ederken sınırsız özgüveninin kibre dönüştüğünü bir kez daha fark etti. Kuzguni siyah saçları yanık rüzgârda dalgalanırken ölü beyazı tenin üzerinde kıpırdayan güneş ışıklarından korudu bedenini, gri cüppesini üzerine çekerek. Güneş batmamak için çırpınırken gece her zamanki haşinliğiyle sardı ışıkları, tanrıça Astarte'nin zarafetine hayran olan Senamore onun öne çıkışına bir kez daha tanık oldu. Yılanın hareketlerini artık hissediyordu, muggleların arasından sıyrılmayı başardığı anda harabeye dönmüş evlerden birinin duvarına yaslanarak döpiyesini dirseğine kadar katladı. Karanlık işarete dokununca O'na gideceğini biliyordu, fakat saklanacaktı, daima yaptığı gibi. Sadık ölümyiyenlerden farklıydı genç kadın, az önce adamın duygularını çalarak onu nasıl hissizleştirdiyse bunu her varlığa yapabilirdi, iradesi ve ruhu olmayanlara bile. Önce solardı hazin sona yaklaşanlar, sonra gördükleri ve duydukları herşey anlamsızlaşırdı, Senamore ihtiraslarını birer birer ele geçirirken tepki veremeyecek kadar duygusuz kılınırdı ve yok olurdu. Asası Engin Eza savaşlar dışında pek işe yaramazdı, onun erkinin bilincinde olan cadı gerekli görmezdi asa ile büyü yapmayı. Kimse de olmayan bir yeteneğe sahipken, kendini basitleştirmeye çalışmayı tercih etmiyordu tabi.
İstediğini almış çocukların parıltılı bakışlarıyla bakmıştı cefa dolu Riddle malikânesine. Kolundaki dövmeye dokunduğu anda kendini O'nun emirlerini dinlemek için uygun bir yerde bulmuştu; karanlık, ürkütücü ve kimsenin gelmeye cesaret edemeyeceği kadar anıyla dolu. Terk edilmiş eski evleri sevmezdi Senamore, kendisi doğup büyüdüğü evi yakmıştı, ahşap oymaların arasında sıkışıp kalmış çocukluğunun ölümünü izlemişti sanki. Ruhu bedenini terk ettikten sonra ölüsünü de yaktıracaktı, Solita bunu seve seve yapardı, arkadaşından daha uzun süre yaşamayı başaracak kadar ileri gidebilirse. Yaşam sürelerini uzatacak büyüyü, elem mağarasından çıkardıkları lahitte bulmuşlardı. Onları görüp bunu etrafındaki herkese anlatmaya kalkan adam ise konuşamamıştı, St. Clementine Malikânesindeki tabutta yeniden yaşatma coisa feita yapılana kadar uyuyacaktı. Boynunda görüşü için gerekli ışığı sağlamak üzere parıldayan gris-grisi, gümüş zincirlerin üzerine emsalsiz zümrütlerle bezenmiş gerdanlık sağlıyordu. Kara büyüyü şekillendirmeyi pek de iyi biliyordu Senamore, Engin Ezayı kullanmak gerekmiyordu fechado dönüşümlerinde. Zarif parmakları gerdanlığa dokunduğunda karanlığı delip geçen tek ışık da sönmüş oldu, yıllarca gece vakti çalıştığından siyahın bilinmezliğine alışkın gözleri mutlak hakimiyet arayan materianın yerini seçti, muggleların yaklaşmaya dahi cesaret edemediği yerde O'nu bulması uzun sürmemişti. Gecikmemişti genç kadın, Lord ona ayak işleri yaptırmadığı için kendini ilgilendirmeyen kısımları dinlemek zorunluluğundan kurtulmuştu, intikamını alırken. Albenili görüntüsünü seçilebilecek kadar yaklaştırdı, gölgeler bedenini sarmaktan vazgeçtiğinde zehrinden arınmış oyanın kudretiyle çıplak ayaklarının altında soğuk zeminin üzerinde süzülürcesine ilerledi. Saygısızlık yapmadığını Lord biliyordu, sadık dostları bilmese de. Kendisine verilen emre uymuştu genç kadın, diğer müridlerden uzak durmasını isteyenin gözlerine baktığında sıkıntılı bir ifadenin aksine yüzündeki vefakâr ifadeyi silmemişti. Bir cadı olsa da özünde tamamen büyü yeteneğiyle donatılmamıştı, sihrin kara büyüyle kesiştiği yerde, Lethe nehrinden geçmişlerini unutarak güçlerini kazanmıştı ailesi. Böylece vaudun cadısı olmuştu, bu yüzden gücü asasında değil, içindeydi. 'mei Dominus?*' Kadim dile çevirerek kullandığı kelime kara büyünün etkilerini taşıyordu, zira sözcükleri taşıyan hafif meltemde aurasından çıkan haşin enerjinin izleri sezinleniyordu. Lord'a saygısını göstermesi gerektiğini bildiğinden hafif bir reveransla zarifçe selam verdi; sadece kime hizmet ettiğini belli etmek istercesine.
*Lordum; hizmet ettiğim.